“Siyah akar Zonguldağın deresi,
Yüz karası değil, kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası!”
(Orhan Veli KANIK - 1946)
Zonguldak Staj Günleri / 1979
‘O
zamanki adıyla Polis Enstitüsü olan okulumuzun yaz tatillerinde geçici görevli
olarak staj yapmak üzere illere/kadrolara gönderilirdik. İlk stajımızı 1978
yazında Diyarbakır’da yapmış, ardından boykot nedeniyle 1978-79 Sakarya kadro
günleri, sonrasında Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü ve Banka ekiplerinde kısa
süreli görevlendirme..’
1979 yılı yazında staj için memleketim
Sakarya/Karasu’ya yakın olan Zonguldak ilini seçiyorum. Polis Enstitüsü 2.
Sınıf öğrencisi olarak 2. stajımıza Zonguldak ilinde başlıyor, Çarşı Polis
Karakol Amirliğinde stajyer polis memuru olarak görevlendiriliyoruz. (Murat 124 otomobili ile Zonguldak
caddelerinde turladığımız 80’li Kadri Yaşayan, 83’lü Murat Kaplan ve 82’li
devrem Şinasi Yılgın ile aynı karakoldaydık.) Karakolda haftalık dönüşümlü
(12/12) geceli/gündüzlü çalışıyor, hafta izinli günlerimde de Karasu’ya ailemin
yanına gidiyorum.
(Memurlar
ve çevre tarafından “Tilki” olarak adlandırılan İl Emniyet Müdürü 50’li
Sebahattin ERALP, Personelden sorumlu 75’li Komiser Oktay Uygur, Toplum
Polisinde 74’lü Komiser Merih Kiter, Karakol Amirimiz ise orta K’lı Komiser
Hikmet Gümüş Sinoplu-Gürcü, “Hökümet” olarak adlandırılan iri kıyım babayiğit
biri, Polis memurları Artvin’li Nejdet ve Yusuf kadrodan hatırladıklarım. Aynı
dönemde 80’li Engin Can ve Nusret Derin, 82’li Zafer Doğan Sözbir, İbrahim
Demirci, Tayfur Erdal Ceren, 83’lü Metin TANIŞ ve bizim yıllığın
karikatürlerine katkı sağlayan 83’lü Ümit Yaşar Adalar diğer karakollardan hatırladığım
isimler…)
Ankara çıkışına doğru Bölge Trafik
istasyonundaki misafirhanede konaklıyoruz. (Daha
sonra Karasu’lu tanıdık birinin aracılığı ile merkezde TKİ’ye ait misafirhanede
kalıyorum.) Zaten Zonguldak ilinin bir çıkışı da Kozlu üzeri
Ereğli-Akçakoca yoludur. (Her iki yolda
1977 yazında geçmiş olduğum Hakkâri-Uludere arasındaki Süvarihalil geçidini
aratmayacak şekilde engebeli ve virajlıdır.)
Stajdaki
arkadaşlarla fırsat bulduğumuzda serinlemek için Deniz Kulübünün havuzunda
buluşurduk. Özellikle Zonguldak’taki kalburüstü insanların müdavim olduğu o
dönem Zonguldaspor tarafından işletilen
bu mekanda Doğan ve Tayfur ile çokça zaman geçirmişizdir. Zonguldakspor 1.
ligdedir ve saçları ortadan ayrık eski Adanasporlu İsa Zonguldak’ta top
koşturur. Daha sonra FB’li olacak olan milli futbolcumuz dünya karmasında
Türkiye’yi temsil şerefine ulaşacaktır.
Kömür/ Madenci/ Kıvırcık…
Staj nedeniyle Zonguldak ilini ve yakın çevre ilçelerini,
kömür ocaklarının olduğu bölgeleri geziyor, işçilerle sohbet edip çalışma
koşullarını gözlemliyorum. Zonguldak merkezinde hava kirliliği her mevsim devam
ediyor, iyi ki deniz kenarına şehir kurulmuş içerlerde olsa hiç yaşanmazmış. Maden
ocağı deyip geçmeyin, yüzlerce metre yeraltında riskler, çalışma koşulları,
basınç, gaz sıkışması sonucu Grizu denilen patlamalar sonucu oluşan göçüklerde
yüzlerce genç-yaşlı madenci hayatını kaybediyor, kömüre karışıyor, kömür
oluyor. Kurtulup sağ kalanlar ise ruh sağlıklarını kaybederek adeta yarım kişi
olarak yaşıyorlar. Sokaklarda akli melekelerini yitirmiş çok kişi ile
karşılaşmanız olağan. Madende uzun süreli çalışmanın sonrası insanların
emeklilik veya ileri yaşlarda ruh sağlıklarının da bozulduğunun yansımasıdır.
Değişik giysili, apoletli, kimisi asker, kimisi polis şapkası giyerek
gezerlerken köyün delisi gibi esnafın eğlencesi olurlar.
Kömür
Zonguldak için olmazsa olmazdır. Yaşam kaynağıdır. Bu şehir Cumhuriyetin ilk
yıllarında Türkiye’nin sanayileşmesinde katalizör rolü oynamıştır. Kömür
madeninin yanında Ereğli (Erdemir) ve Karabük (Kardemir) ilçelerinde kurulan
Demir Çelik fabrikaları ülkenin sanayileşmesinde önemli hamlelerdir. Bu konuda
yukarıda yer alan şairin dizeleri bu gerçeği vurgulamaktadır. Kömür madeninin
bulunmasına vesile olan Zonguldak ve kömür ile özdeşleşmiş elinde fener bulunan
Uzun Mehmet heykellerini hemen hemen her yerde görmek mümkün.
Zonguldak’ta
ticari sektörün, siyasetin hamiliği Doğu Karadeniz’den gelenlerin tekelindedir.
Zonguldak yerlisi ise işçidir, madencidir. Birde kendi memleketinde sonradan
yerleşenler tarafından hor/hakir görülür; “Kıvırcık” olarak adlandırılırlar.
Kıvırcık uysal kişi anlamında söylense de alay konusu olduğu barizdir. Kıvırcık
koyununa benzetilip, Kıvırcık aşağı kıvırcık yukarı şeklinde küçümsenirler.
Silah Şakası…
Bir akşam gece gurubu görevi için
karakola geliyoruz. Karakolumuz ahşap aksamlı ve eski bir yapı olduğundan ve de
eylül ayına doğru havalar soğuk geçtiğinden -vede bulunduğumuz şehir kömür
havzası olduğundan- sobalar geceleri erkenden yakılıyor. Polis memuru Yusuf
(Artvinli) ile adını hatırlayamadığım bir polis memuru aralarında karakol nöbetçisi
grup değişimi yaparlarken bende nöbetçi odasında bulunuyordum. Karakolun
dışından bulunduğumuz odaya gelen başka bir polis memuru ani bir şekilde sobanın
üzerinde duran ve ısınmış vaziyette bulunan demir çubuğu alarak Polis memuru
Yusuf’un koluna/tenine arkadan değdirir ve dışarı kaçar. Polis memuru Yusuf’da
refleks olarak belinden çektiği silahı kaçış istikametine kapıya doğru ateşler,
diğer memur kıl payı kaçmış, kapıda bir delik açılmıştır. Yusuf kolundaki yanık
izinin acısıyla küfür ederek karakolun koridorunda gezinip dururken bizde
gördüklerimize şaşırmıştık. Bizler 20 yaşına yaklaşmış bu memurlar ise bizim 2
katımız emekliliği gelmiş babamız emsali 40 yaşlarında insanların yapmış
oldukları şaka pek hoş değil. Bizlerin öğrenci olarak yapmadığımız ve de cahil
insanların bile yapmayacakları cinsten. Düşünün kızgın demire tepki silahla
ateş olayı ardından kılpayı kurtuluş. Tabi ki bu konu hiçbir yere yansımıyor.
Memurlar arasında şaka olarak geçiştirilip öylece kapanıyor.
Bu tür davranışları gördükten sonra,
bizler geleceğin amirleri olarak aynı memurların insanlara nasıl
davranabileceklerini tahmin edemiyoruz.
Çevre Koruma Nöbetçisi…
Bir keresinde karakol önünden geçen
bir vatandaşın (karakol ara sokakta olup
karşısında inşaat yapıldığından tahta perde var, karakolun önünde de çevre
koruma nöbetçisi ile ben bulunuyorum) selam vermesi üzerine Polis memuru Yusuf
adama söylemediğini bırakmaz. Vatandaş yaklaşarak birşeymi oldu abi demeye
kalmadan neye uğradığını şaşırarak -tokattan kurtulmak için- hızlı adımlarla
ardına bakmadan oradan uzaklaşır. Bense nöbetçinin yaptığı davranışı hiddetle eleştiririm:
“selam vermez niye vermez, selam verir
niye verir diye soran psikopat ruhlu insanlarsınız.” Karşılığında bana
verdiği cevap ise daha ilginçtir: “Hadi
ordan, dünkü çocuklar, kadroya çıkınca sizi de göreceğiz.”
Nezaretteki İşçi…
Bir başka gün, karakola kavga
nedeniyle gelen taraflardan bir grup üst araması yapılarak nezarete konur.
Kavganın diğer tarafı ise nöbetçi odasında oturtturularak çay söylenir. Bu
duruma anlam veremem. Olayın detayını sorduğumda: “Oda da oturan kişinin müteahhit olduğunu diğer şahsın da yanında
çalışan işçi olduğunu alacak verecek nedeniyle tartışma sonucu işin kavgaya
dönüştüğü, diğer işçilerin araya girmesi sonucu kavganın ayrıldığını, İşçinin
aralarındaki arbede esnasında birkaç yerine darbe aldığından yaralı olarak karakola
şikayete geldiğini” öğrenirim. İşçi, Doktora sevk edilerek darp raporu alır
ancak mağdur durumdayken zanlının zengin biri olduğu ve de polislerin tanıdığı
ileri gelen çıkınca nezarete atılır. Zanlı oda da oturtulur. Bunu öğrenir
öğrenmez evrak bürosunun içersinde bulunan nezaretin kapısını açarak şahsı
çıkarıp onu da yanındaki sandalyeye oturtur geçmiş olsun diyerek çay söylerim. Benim
bu şekilde davranışıma başta nezaretten çıkardığım işçi olmak üzere ve karakolda
bulunan herkes çok şaşırır. Adli evrak memuru beni ikaz etmeye yeltenir ancak o
yeltenmeden ben duruma açıklık getiririm. Kavganın taraflarına eşit davranmamız
tarafsız olarak evrakı tanzim ederek olayı adliyeye intikal ettirmemiz
gerektiği şeklinde açıklama yapınca müteahhit ve polis memuru bozulsalar da
benim doğru davranışta bulunduğumu başlarıyla onaylamak zorunda kalırlar.
Stajlarda olaylar ve halkla ilişkiler yanında ençok memur davranışları bizim dikkatimizi çekecektir. ‘Karakolda memurun kendisine şaka yapan diğer memura ateş etmesi, Çevre koruma nöbetçisinin yoldan geçen genci azarlaması/tokatlaması, Adli mukayitin müteahhitten dayak yiyen işçiyi nezarete koyması’ gibi davranışları gördükten sonra, bizler geleceğin amirleri olarak yanlış yaptıklarını söylesek de; “hadi ordan, dünkü çocuklar siz kendinizi ne zannediyorsunuz, kadroya çıkınca sizi de göreceğiz, idealist kuşlar” şeklinde cevaplar alırız. Bu tür personelle/davranışlarla Amir-Memur düzeyinde kadroya çıktığımızda çokça karşılaşıp bunlarla mücadele ile geçer mesleğimiz.
Çorum-Alaca’ya Gidiş…
Zonguldak stajında Çarşı karakolunda beraber çalışıp
Çorum-Alaca ilçesine tayini çıkan Polis memuru Artvin’li Nejdet’in eşyası ile
83’lü Murat Kaplan’la beraber Alaca ilçesine yardım amaçlı gidiyor, Nejdet’in
tutmuş olduğu eve eşyayı indirerek, geceyi orada geçiriyoruz. O yıllar
anarşinin yoğun olduğu yıllar, Zonguldak merkezde sıkıntı yoksa da Çorum bu
yıllarda Alevi-Sünni çatışmalarını yaşayan illerimizden. (Sivas, Malatya, Maraş, Çorum’da yüzlerce insan katlediliyor, binlerce
insan yaralanıyor, yerlerinden göç ederek mağdur olup, yaraları uzun yıllar
kapanmayıp, 1993’te yeniden hortlatılarak Sivas-Madımak otelinde 35 insanın
yakılarak katledilmesine kadar uzayıp gidiyor, bu toplumsal yara... Aslında
yüzyıllar öncesinden Kerbela’dan, Anadolu’nun değişik bölgelerine bu
katliamlara yönetenlerce seyirci kalınır.) Alaca ilçesinde Kuzeyde
Sünniler, güneyde Aleviler oturuyor, Emniyette orta yerde. Bu tür bir yapılanma
bize çok yanlış gelse de ayni ülkenin/şehrin/ilçenin/mahallenin yaşayanları birbirlerine
düşman edilmiş. Ne uğruna mı? Kutsal din uğruna, insanlar kin ve nefret,
düşmanlık üzerine ibadet yapıyorlar, aslında din siyaseti/ticareti yapıyor,
Tanrı adına infaz yapıyorlar. İlk olarak tutulan ev sahibi Nejdet beyin eşini
kot pantolonlu olarak görüp kiraya vermekten vazgeçince, Alevi çoğunluğun
oturduğu bölgeden, karakola yakın bir ev tutuluyor. Alaca’da günlük gazete
sormam üzerine verilen cevap mizah konusu oluyor. “Taze gaste gelmedi, bayat
istersen verelim abi..!” Bende herhalde leblebi almayı soruyorum da esnaf o
şekilde cevap verdi zannediyor, tekrar sorunca gerçeği kavrıyorum.
Şehit Edilen İlk Emniyet Müdürümüz…
O yaz stajımızın son günlerine doğru (28 Eylül 1979) Adana’da görevi başında şehit edilen ilk İl Emniyet Müdürü olan Cevat Yurdakul’un (65’li) cenaze töreni için Adana’ya gidiyoruz. Orada İPA Dernek başkanı Cemalettin Çağdaş (76), Tayyar Tekin (79), İrfan Canik (82) ve birkaç arkadaş daha buluşuyoruz. (Adana kadrosundan başkomiser rütbesiyle Hüseyin ÖZALP (75), İbrahim TEPEBAŞI (78) hatırladıklarım. Adana polisi olayı pretosto ederek boykota girişince, sıkıyönetim tarafından amir/memur açığa alınarak, bir kısmı da başka illere tayinen gönderiliyorlar. Polis teşkilatı sıkıyönetim emrine girerek bir albay geçici olarak emniyet müdürlüğüne vekalet ediyor.) O gece caddelerinde askeri zırhlı birliklerin konuşlandığı kasvetli bir Adana’dan Ankara’ya dönüyor, Bakanlık yanı EGM eski bina önünde yapılan cenaze törenine katılarak şehit emniyet müdürümüzü son yolculuğuna uğurluyoruz.
(Bkz. “Şehit Edilen İlk İl Emniyet Müdürü: CEVAT
YURDAKUL”, www.remzikocoz.com, 24.12.2019)
*1979 yazında staj yaptığım Zonguldak iline 35 yıl gibi yıllar sonra 2014 yılında 79’lu Yüksel MADRAN abimiz ile Müfettiş olarak soruşturma yapmak üzere 6 kez gitmek durumunda kalıyor, bir nevi nostalji yaşıyoruz. Tabiki şehir bu süreçte -Karabük ve Bartın ilçelerinin ayrılıp il olmasına rağmen- nüfus olarak büyümüş. Yerleşim yeri olarak batıya, Kozlu-Ereğli istikametine doğru yeni yapılaşmalar şeklinde gelişme görülse de engebeli coğrafi yapısı nedeniyle fazla betonlaşmamış, şehir doğallığını korumuş. Yıllar içerisinde kömür ocakları nedeniyle köstebek yuvası gibi oyulması üzerine oluşan göçük ve heyelanlar sonucu hemen hemen her yıl onlarca insan yaşamını yitirmekte. Bir zamanların efsane kulübü Zonguldakspor ise tarih olmuş.
40 yıl öncesinden ikinci stajımızdan günümüze yaşadıklarımızı bir yelpaze şeklinde paylaşırken, herkese sağlıklı günler diliyorum. (01.09.2019)
Remzi KOÇÖZ