5.12.21

BİR ARKADAŞIN ARDINDAN (M.R. YETGİNBAL)

 

Biz 1975 girişli 28. Dönem Polis Koleji devresi olarak Yakup Aslan (1990), Nurettin Özbaş (1994), Zeki Küçük (2004) olmak üzere 3 arkadaşımızı trafikte çok genç sayılacak yaşlarda kaybetmemizin ardından; hastalık sonucu aramızdan ayrılan Ahmet Türker (2012), Hasbi Çiçek (2014), Hasan Kızılay (2016), Hüseyin Uslu (2017), Muharrem Deniz (2018) arkadaşlarımızı rahmet ve saygıyla anarken; şimdide Rüştü Yetginbal arkadaşımızı sonsuzluğa uğurlamanın üzüntüsünü yaşıyoruz.’

MEHMET RÜŞTÜ YETGİNBAL...

Mehmet Rüştü Yetkinbal; Ankara doğumlu (1959), Babasının bakanlık memuru görevi nedeniyle Ankara/Anıttepe semtinde, Devlet lojmanlarında geçen çocukluk günlerinin ardından Anıttepe Ortaokulunu bitirip, 1975 yılında katılmış olduğu Polis Kolejinde 1/B sınıfının 2148 nolu öğrencisi olarak arkadaşları arasında öne çıkarken, üst sınıflarla/amirlerle seviyeli bir ilişkisi yanında, temsil yeteneği ile öne çıkacak, bir dönem vizit sorumlusu olacaktır.

Rüştü ile kolejde 3 yıl ayrı sınıfları paylaşsak da teneffüslerde ve diğer ortamlarda arkadaşlık ilişkilerimiz gelişecektir. Kolejden 1978 yılında mezuniyetimiz sonrası Polis Enstitüsü/Akademisinde ise 4 yıl aynı sınıfı paylaşacaktık. O temsil/hitabet/insan ilişkilerindeki becerisi ile bizim sıkıntılarımıza göğüs gererek idare ile aramızda köprü işlevi görürken, sınıfımızın değişmez mümessili olacaktır. O, mezuniyet esnasında devre adına bizleri temsilen bir konuşma yapma görevini üslenirken, özgüveni ve hitabet yeteneği ile bizleri gururlandıracaktır.

Okul yıllığına geçen sözleriyle “mutlu, huzurlu bir rahat yaşam” dileyen ve “tam bir yönetici yapısına sahip olan” arkadaşımız, mezuniyet ile birlikte çifte sevinç yaşayacak, öğrencilik sürecinde yaşamını birleştirdiği Nihal hanım ile evliliklerinden Mert isimli bir oğul babası olacaktır.

1982 yılında mezuniyet sonrası Komiser Yardımcısı rütbesiyle Edirne Emniyet Müdürlüğünde göreve başlamıştır. Sırasıyla; Mardin, İzmir, Denizli, Antalya, Ankara/EGM kadrolarında görev yapmıştır.

Rüştü ile staj/geçici görev süreçlerinde yolumuz çakışmasada mezuniyet sonrası (1982) yollarımız yer yer kesişecektir. İlk görev yeri olan Edirne’ye Çorlu’da yedeksubaylık günlerimde 1985 yılında ziyaretim olur. Sonrasında Denizli ili Güney ilçesinde görev yaparken 90’lı yılların başında O’da il merkezine (İstihbarat birimine) tayinen gelecek, baba olduğum süreçte (1991) birbirimize ev ziyaretlerimiz olacak, Aydın/İncirliova ilçesine atanmam sonrası İncirliova’da ziyaretimize gelmesinin ardından (1995), Antalya’da görev yaparken tatil nedeniyle o bölgeden geçerken O’nu ziyaretlerimiz olur (1996-97). Ardından Ankara’da 1999 yılında Fetö’nün anlatıldığı rapor sonrasında örgütün Telekulak kod adlı kumpasında o yıllarda basınada yansıyan “Telekulak” yargılama süreci O’nun çok sevdiği mesleğinden erken ayrılmasına yol açacaktır. Ankara’daki görev sürecimde karşılaşma ve görüşmelerimiz olacak, 2004 yılının ilk günlerinde babası Hüseyin amcayı toprağa verirken devre arkadaşları olarak yanında olacaktık.

Bir kolejli büyüğümüz olarak Ünal Erkan’ın Emniyet Genel Müdürlüğü görevine atanmasına Denizli’de birlikte sevindiğimiz günlerde, Ünal Erkan’ın ardından kolej geleneğinin devam ettirilmesi O’nun en büyük arzusuydu. Ancak yaşanan gelişmeler bizler açısından çok kavranamasa da, O teşkilatın gidişatından kaygılıydı.

Meslekten erken ayrılmasının burukluğunu yaşayacak, arkadaşları olarak bizlere gönül kırıklığı/küskünlükleri/sitemleri olacak, kişi olarak zaman içerisinde karşılıklı telefon görüşmeleri ile aramızdaki kırgınlığa son verecektik.

Erken emeklilik nedeniyle ekonomik katkı/uğraşı olarak şirket/ticari faaliyetleri onu sıkıntıya sokacak epeyce üzecekti. Rüştü ile telefon görüşmelerimiz dışında yüzyüze görüşmelerimizin en sonuncusu 2019 yılında emeklilik sonrası Temüdder’de olmuştu. Sonrasında salgın nedeniyle tüm arkadaşlarımızla/yakınlarımızla olduğu gibi whatsapp gruplarından iletişim kuracaktık. 2021 yılının 12 Şubatında annemi toprağa verdiğimde devre arkadaşlarım içerisinde taziye için ilk arayan kişi olarak belleğimde yer alacaktı.

Rüştü, emeklilik sonrası kurumsal olarak mesleki özlük hakları çerçevesinde dernek faaliyetlerinde yer alırken, 15 Temmuz Fetö darbe girişiminin ardından TV’de konuşmacı olarak yaşadıkları süreci ve Fetö örgütüne ilişkin kaygılarını aktaracaktı. Türkiye, Fetö’nün Balyoz ve Ergenekon kumpasları ile tanışmadan önce Emniyet Teşkilatı içerisinde kumpasını gerçekleştirirken, bu kumpasın mağdurlarından biride Rüştü arkadaşımız olacaktı.

Rüştü, yaşam koşturmacasında karşısına çıkan badireleri aşıp tam düzlüğe çıktım diyeceken bu kez 2021 yılı Mart ayı ortalarında Ankara onkoloji hastanesinde yaptırdığı tahliller onu zorlu bir sağlık sürecine sokacaktı. Lösemi teşhisi ardından Temmuz ayı başında kan iliği nakli operasyonunun başarılı gerçekleşmesine hepimiz sevinecektik. Sonrasında Ekim ayında gerçekleşen ameliyat sonrası görüşmemizde bir badireyi daha atlattığına sevinmiştik. 20 Kasım günü yeni bir ameliyat derken bu kez riskli bir sürece girildiğini oğlunun ve arkadaşlarımızın mesajlarından takip ederken, 2 haftalık yoğun bakım mücadelesinde -yaşam kadar sonlanmasının da bizim elimizde olmadığı gerçeğinin bilinciyle- dualarımız onunla idi!

Bir yandan hayat akıp gidiyor. Akıp giden hayat hergün aramızdan birimizi, -yakınlarımızı/sevdiklerimizi/dostlarımızı- alıp sonsuzluğa götürürken, son yolculuğunda yanında olamamanın burukluğuyla, vefa/gönül borcu yanında tarihe not düşmeye çalışıyorum.

Değerli Arkadaşım, Cumhuriyet ve Kolej sevdalısı Rüştü Yetginbal’a;

Allah'tan rahmet dilerken, Ailesi/yakınları/sevenleri/dostları/meslektaşları ve de Kolej camiasına başsağlığı/sabırlar diliyorum.

Toprağın bol olsun, ışıklar içinde yat güzel Arkadaşım...

(04 Aralık 2021)

Remzi KOÇÖZ

21.8.21

BİR KARDEŞİN ARDINDAN

-Ahmet Uzun Anısına-

Bazı ölümler insanı ağır yaralar, adeta çaresizce keder bulutların da kendinizi bulursunuz. Hele hele 40 yıl öncesine dayanan -1978 Polis Koleji girişli, 1985 Polis Akademisi mezunu 1964 doğumlu- bir kardeşin ani kaybı ise ister istemez daha da üzecektir.

1981 yılı Akademi 4. sınıfında nöbetçi öğrenci olarak reviri kontrol/ ziyaret esnasında kolu/bacağı alçılar içerisinde hüzünlü bir şekilde yatan Akademi 1.sınıf öğrencisi Çanakkale/Ayvacık/Küçükkuyulu Ahmet Uzun ile tanışmamız, benim 1982 yılında/yazında mezuniyet sonrası memleketi Çanakkale’nin ilk görev yerim olması, ardından O’nun 1984 yazında son sınıfa geçerken stajda Çanakkale'yi seçmesi uzun uzadıya bir abi kardeşlik dostluğuna dönüşecektir.
Çanakkale iline atanmamın ardından 1982-84 yılları içerisinde 2 yıllık süreçte (Gökçeada ve Bayramiç ilçeleri, Çanakkale Merkez Asayiş/Araştırma, Bölge ve Şehiriçi Trafik ekipler gibi) çok değişik birimlerde görevlerim olur. Ahmet’in Çanakkale’ye staja geldiği 1984 yazında yaklaşık 3 ay kadar Bölge Trafikte birlikte aynı ekipte görev yapma yanında, devre arkadaşı Çan’lı Mehmet Biçici ile birlikte aynı bekar evini paylaşacak, istirahatli/izinli günlerimizde de (Küçükkuyu'ya anne/babasının yanına gitmeleri dışında) birlikte olacaktık.
Ailesinin Küçükkuyu’lu olması nedeniyle (Annesinin Nusratlı Babasının ise Yeşilyurtlu) o güzergahta görev yaparken Ahmet’in anne-baba-kız kardeşi ve dayıları ile tanışırız. (Seyfi Dayı dediği Dayıoğlu Seyfettin Tekin idolüydü. Tüm aile onun resmi üniformayla stajda olsa memleketinde görev yapmasından müthiş gurur duyardı. Ahmet giyimiyle kuşamıyla hem özenli hem disiplinli hemde bir kolejli olarak üniforma ona gerçekten yakışıyordu.) Annesi Şükriye Teyzenin bizlere hazırladığı ev yemeklerinin tadı damağımızda sayılır. (Yıllar sonra evlenip çocuk sahibi olarak o güzergahtan ailece geçerken ziyaretimiz özellikle teyzeyi çok sevindirmiş/gururlandırmıştı.)
Benim gibi deniz çocuğu vede deniz sevdalısı olan bu özel ve güzel kardeşimle izinli/istirahatli günlerimizde (o dönem daha küçük olan bu şehirde dar alanda kısa paslaşmalar misali) gündüzleri denizde, akşamları ise kordonboyunda zaman geçerdi. Zaman zaman diğer stajiyer kardeşlerimizde bizlere eşlik ederdi. Çanakkale’de görev sürecimizde Meslek büyüğü amirlerimiz/abilerimiz ve kardeşlerimiz yanında tabiki sivilden de tanıştığımız ve hala görüştüğümüz güzel arkadaşlarımız olmuştur. Ancak kolejlilik aidiyet duygusu nedeniyle arkadaşlıklar/dostluklar daha bir farklı olacaktır.
Ekip görevinin/ekipçiliğin kendine göre zorlukları yanında dayanışma/paylaşma gibi güzellikleri de vardı. 1 günün yarısı olan 12 saat aynı araç içerisinde neredeyse aynı havayı soluyorsunuz. Birlikte çok değişik olaylara tanık olurken valisinden sanatçısına / siyasetçisinden çiftçisine çeşitli insanlarla karşılaşıyor, farklı anlar yaşıyorsunuz.

Ahmet,1985 Akademi mezuniyeti sonrasında Ankara'da EGM/Kaçakçılık Dairesinde görev yaparken, taşradan Ankara’ya gidişlerimde bu kez onun bekar evinde kalır, hasret giderirdik. 90’larda Marmaris'te görevliyken o bölgeden geçerken Ahmet'i ailece ziyaret edecektik. Sonrasında Çerkezköy ilçe müdürlüğü, Mardin ili şark görevi derken 2000’lerin başında (dönemin İçişleri Bakanının istemi üzerine) Sapanca ilçe emniyet müdürü olarak atanacak, Müdür yardımcılığına terfisinin ardından Sakarya il merkezinde iken o güzergahtan Karasu’ya geçişlerimizde görüşmelerimiz olacaktır. (Ahmet kızkardeşi Fahriye’ye çok düşkündü, onun okuyup/meslek sahibi olmasına ve evlenmesine destek olmuş, sonrasında zaman içerisinde kendisi de orman mühendisi Sevilhan hanımla evlenip yuva kurarak, 2003 yılında Ata isimli 1 oğul babası olmuştu.)

Sonrasında 2008 yılı gibi 1. Sınıfa terfi etmesinin ardından memleketi Çanakkale’ye yerleşip, İzmir Bölge Teftiş Kurulunda polis başmüfettişi olarak görev alırken, aynı bölgede olmasak da Ankara’ya teftiş/soruşturma görevleri için geldiğinde Teftiş Kurulunda yollarımız kesişir ve hasret gideririz. 2013 yılı sonbaharında babamları Çanakkale’de gezdirirken (taba renkli deri montuyla, ona yakışan şık giyimiyle) bizlere mihmandarlık ederek yalnız bırakmayacaktır. 2017 yılında ise emeklilik sonrası o çok sevdiği memleketinde -tekneyle açılarak/balık tutarak/ailesine zaman ayırarak- yaşamına devam edecektir. Zaman zaman karşılıklı telefon görüşmelerimiz olmakla birlikte, en son olarak mayıs ayı içerisinde 3 ay kadar önce görüşüp salgın sonrası Küçükkuyu’da buluşmayı planlamıştık. Ne hazindir ki 16 Ağustos pazartesi günü ailece Küçükkuyu’dan geçerken Ahmetlerin baba evini göstermiş, zaman/trafik yoğunluğu nedeniyle kendisini arayamamış, 17 Ağustos Salı günü için kendisini aramayı içimden geçirmiştim. Maalesef, ne hazindir ki o gün telefon mesajlarında kalp krizi sonucu yaşamını yitirdiğini duyunca öylece kalakaldım. Çok erken bir ayrılıktı, yakışıklı kardeşime ölümü hiç konduramamıştım.
Ahmet, 2020 Temmuzunda yaşamını yitiren inşaat ustası/emekçi babası Hüseyin amca gibi kalbine yenik düşerken, O’nun kaybı yakından tanıyanlar/sevenleri için de acımasız bir sürpriz olacaktır. Emniyet Teşkilatının Kolejli bir değeri olarak -mütevazi/beyefendi/ centilmen/saygın bir kişilikte vede o düzgün/insancıl/onurlu duruşuyla- gönüllerde yer alacaktır.

Değerli Kardeşim Ahmet UZUN’a;
Allah'tan rahmet, Ailesi/yakınları/sevenleri/meslektaşları ve de
Kolej camiasına başsağlığı ve sabırlar dilerken,
toprağın bol vede ışıklar içinde ol,
Canım Kardeşim.

(Gömeç / 18. 08. 2021)
Remzi KOÇÖZ

1.8.21

Emeklilik / Veda

Emeklilik  / Veda…

Cumhuriyet’in üçüncü kuşak çocukları olarak 60’lı yıllarda gözlerini açan bizler daha çocuk yaşlarımızda toplumsal duyarlılık noktasında bilinçleniyorduk. Bu ülkenin gençleri olarak meşakkatli günler geçirdik. Siyasi mülahazalar, ideolojik tartışmalar/çatışmalar, felsefi bakışlar derken, sayısız badireler atlatıp, bedeller ödedik. Tüm bunlara rağmen bu ülkenin kuruluş felsefesini oluşturan "Atatürk ve Cumhuriyet" olgusu/duygusu bizi biz yapıyordu. Ortak paydamız oluyordu. Ülkede yaşanan tüm olumsuzluklara, acılara, haksızlıklara ve hukuksuzluklara rağmen biz devletimize, toplumumuza, halkımıza küsmedik.  Büyük önder Atatürk’ün “vatan sevgisi ona hizmetle ölçülür” sözünü düstur edindik. “Halkın hizmetindedir bizim bütün benliğimiz” diyerek hep en önde koşmaya çalıştık.

Bendeniz, 31 Temmuz 2019 itibariyle son imzalarımı atıp dosya, mühür, kimlik kartını teslim ederken Devletten düşümümü yapıp emeklilik dünyasına adımımı attım. 41 yıllık meslek, 37 yıllık bilfiil amirlik/müdürlük sürecinin ardından kazasız-belasız, onurumuzla mesleği tamamlamak güzel bir an..

Rütbelerimizi bileğimizin hakkıyla alırken -ailelerimizin, öğretmenlerimizin, meslek büyüklerimizin emekleri bir yana- kimseden icazet almadan, kimseye biat etmeden, kimseye minnet/rica duymadan bir mesleği tamamlamak yüce bir duygu..

Bizler, görev sürecimizde meslek taassubu yanında etik değerleri göz önünde tutarak hukuku/hakkaniyeti elden bırakmamaya çalıştık.

Tabiki Atatürk ve Cumhuriyet sevdamız olmazsa olmaz çizgimiz.

Yaşam devam ediyor.

Bundan sonraki süreçte; sağlık öncelikli esenlik dolu günler temennimiz.

Saygı, sevgi ve selamlarımla...

(01. 08. 2019)

Remzi KOÇÖZ

6.4.21

POLİS AKADEMİSİ VE KURUMSALLAŞMA ÜZERİNE

‘Modern devletlerin, totaliter/otoriter devlet görünümünden kurtulabilmesi için -hukuk devleti üst yapısıyla paralel olarak- polisin siyasetin dışında, siyasal mülahazalardan uzakta kalmasını/durmasını zorunlu kılmaktadır. Polis halk için vardır.  Ne halkın üzerinde ne de aşağısındadır. Halkın hizmetindedir. Polisin temel işlevi de toplum düzenini/istikrarı -tabi ki hukuk kuralları çerçevesinde- korumak/kollamak olmalıdır.’

Demokrasiyi içselleştirmiş çağdaş devletler kurumları ile varlıklarını devam ettirirler. Kurumsallaşma, bir kurumun/birimin varlığının, kişilere bağlı olmadan sürdürülüp gelişmesini sağlayan kalıcı bir yapı oluşturulması ile hedefine ulaşabilir. Bu nedenle ‘Kurumsallaşma’ uzun bir zaman gerektirir. Emniyet Teşkilatı da -Cumhuriyet döneminde değişim/dönüşüm geçirmesine ragmen- 1845 yılını kuruluş tarihi olarak esas alıp, 2020 yılına gelindiğinde 175. Kuruluş yıldönümünü de geride bırakmıştır.

Cumhuriyetin 10. kuruluş yıldönümünde Emniyet/Polis Teşkilatı okul işlerinin yeniden düzenlenmesi ve Türk milletinin sosyal bünyesine uygun, ileri görüşlü polis amir ve memurlarının yetiştirilmesi bağlamında ulu önder Atatürk’ün talimatları sonrasında çalışmalara başlanmış, 3201 S. Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun yayımlandığı tarihten 5 ay sonra, (Md.19 gereği) Polis Enstitüsü açılmış (6.11.1937) ve Ankara/Anıttepe’deki binasında eğitim ve öğretim faaliyetlerine başlamıştır. 

Polis Enstitüsü 1937 yılında kurulmasının ardından farklı süreçler geçirmiş, özellikle Enstitü olarak 1 yıllık eğitim süresinden 4 yıllık Akademi/Fakülte statüsüne ulaşarak kurumsal bir yapıya ulaşmıştır.  Gelinen süreçte 2015 yılında gerçekleştirilen hukuki düzenleme ile birlikte (27.3.2015 -6638 S. İç Güvenlik Paketi) Polis Akademisi, Güvenlik Bilimleri Fakültesi kapatılıp Polis Amirleri Eğitimi Merkezi (PAEM) Müdürlüğüne dönüştürülerek, fakültede eğitim/öğretim gören öğrenciler çeşitli üniversitelerin idari/iktisadi bilimler fakültelerine yerleştirilmiştir.

Polis Koleji ise Emniyet teşkilatına amir yetiştiren Polis Enstitüsü/Akademisine bilgili ve disiplinli öğrenci yetiştirmek ve lise derecesinde eğitim/öğretim yapmak üzere (3201 S. Emniyet Teşkilatı Kanunun 19. Maddesi gereğince 15 Haziran 1938’de) ulu önder Atatürk’ün direktifleri ile Anıttepe’deki Polis Enstitüsü binasında/kampüsünde kurularak faaliyete geçmiştir. Polis Koleji’de kurulduğu 1938 yılından itibaren Polis Enstitüsü gibi farklı süreçler geçirmekle birlikte,  gelinen süreçte (64. Dönemin mezun olduğu 2014 yılı sonrası) 27.3.2015 tarihli 6638 Sayılı İç Güvenlik düzenlemesi kapsamında kapatılıp öğrenciler milli eğitim bakanlığına bağlı dengi okullara nakledilmişlerdir.

Bu iki kurumun tarihçesini -bundan sonraki sürece ilişkin gelişmeler açısından sadece bir aidiyet bağlamında- özet olarak paylaşmak istedim. Bazı kurumların tarihi misyonları vardır. Polis Koleji’de bir Cumhuriyet kurumu olarak önemli işlev görmüş, misyonunu tamamlaması ve olmazsa olmaz bağlamında yeniden açılması konusu tartışılabilir. (Cumhuriyetin bir devlet politikası olarak, Anadolu’nun ücra köşelerinde yaşayan alt-orta gelir düzeyindeki vatandaşlarının çocuklarını, özellikle lise eğitiminin her yerde bulunmaması nedeniyle yatılı okullar bağlamında kucak açarak, fırsat yaratarak sahiplenmesidir.)

Ancak, Polis Akademisinin (4 yıllık yüksek öğrenim/fakülte bağlamında, özellikle İçişleri Bakanlığına bağlanan Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademilerinin oluşturulmasının ardından) tartışılacak bir durumu yoktur. Bu okullar neden/niçin kapatıldı konusu bizi kısır tartışmalardan öte bir sonuca ulaştırmaz! (O dönem FETÖ yapılanmasının çökertilmesi, bu yapıyla mücadele bağlamında kapatılma kararı doğru vede zaruri idi.) Artık üzerinden 5 yıla yakın bir zaman geçmiştir. Bence, kurumsal cezalandırmanın sonlandırılarak, Akademinin (4 yıllık yüksek öğrenim/fakülte bağlamında), daha fazla zaman geçirilmeden ivedilikle yeniden açılması elzemdir.

(2017 yılında Türkiye genelinde 16 büyük ilde yapmış olduğumuz özel teftiş sonucunda PAEM kursu görmüş polis amirlerinin zaafiyetlerine tanık olduk. Ondan önce ve sonrasında Polis Başmüfettişi olarak yapmış olduğumuz teftiş/inceleme/soruşturmalarda da bu zaafiyetleri gözlemledik. Tabiki bu gençlerin işi kolay değil. Bizler kolej/akademi/staj/kadro derken 6-7-8 yıllık eğitimlerin/stajlarin ardından çıkmış olduğumuz kadrolarda birkaç rütbe bocaladık. Bu durumları ilgili mercilerle hatta hiyerarşik en üst merci konumundaki Emniyet Genel Müdürleri ile paylaştığımızda Onların da durumun farkında olduğunu gördük. Hatta 2018 yılı Eylül ayı içerisinde yeni müfettişlere verilen seminer öncesinde İçişleri Bakanının "Biz bilmiyormuyuz 3 ayda amir yetişmiyeceğini…" sözlerinin ardından umutlanmıştım, ancak henüz bir gelişme yok!)

Umarım il emniyet müdürü olma bağlamında yetersiz lisans eğitimi gerekçe gösterilerek tekrar 1969 kazanımlarının öncesine dönmeyiz! O dönemin şiarı “Polisi Polis Yönetmelidir” idi ve bunu başarmışlardı.

Polis Akademisi/Güvenlik Fakültesinin kapatılmasının ardından 2015 yılından günümüze kadar polis amirleri/yöneticileri, Gölbaşı kampusunda PAEM bünyesinde -4 yıllık bir yükseköğrenim/eğitim yerine- bir eğitim/öğretim dönemi -4/6 ay gibi- özel eğitim verilmek suretiyle yetiştirilmektedir. Bu noktada gelinen süreç: “önemli reformlar”, “demokratik dönüşüm”, “büyük değişim”, “demokratik ve çoğulcu bir model” şeklinde (akademik bakış/gerekçelerle!) 4 yıllık eğitimden 4/6 aylık kursa doğru geriye gidiş reform/değişim/dönüşüm olarak sunulmaktadır.

Polis Akademisinin yeniden yapılanması için önce mülki idare ardından siyasi iradenin cevaz vermesi bekleniyor diye düşünüyordum. Ancak, -aşağıda paylaşacağım bilgiler çerçevesinde- Polis Akademisinin mevcut yönetim anlayışı/bakış açısı en büyük engel gibi gösteriliyor yada onların gerekçelerine sığınılıyor.

“…,8 yıl boyunca kapalı bir eğitim alan kişilerin sadece zihin dünyalarının şekillenmesinde değil, sosyal yaşama uyum sağlama konusunda da birçok sorunlarla karşılaştıkları gerçeği oluşturmaktadır. Tam kişiliklerinin şekillendiği dönemde bu kişilerin uzun bir süre boyunca hayatla ilgili hiçbir kaygıları bulunmamış, ayrıca toplumdan ve sosyal ilişkilerden kopuk bir hayat sürmek durumunda kalmışlardır. Öyle ki, ömrü boyunca hiçbir şekilde ihtiyacı olmadığı için ekmek almayı dahi bilmeyen polis amirleri yetiştirilmesi söz konusu olmuştur… ”

“2015 tarihli Polis Yüksek Öğrenim Kanunu’nda değişiklikler sonucu yanlış bilinenin aksine Polis Akademisi kapatılmamış, tam aksine, demokratik bir dönüşüm çerçevesinde daha da güçlendirilmiştir. Akademinin öncelikli görevleri arasında yer alan komiser yardımcılığı eğitiminde önemli reformlar hayata geçirilmiştir. Polis Koleji ile Polis Akademisi çatısı altında yükseköğrenim seviyesinde 4 yıllık eğitim veren Güvenlik Bilimleri Fakültesi’nin kapatılması olmuştur. Buradaki en büyük değişim Güvenlik Bilimleri Fakültesi’nin yerine kurulan PAEM’de gerçekleşmiştir. PAEM’e 2015 yılından itibaren Türkiye’nin her yerinden lisans mezunu, kişiliği/kimliği oturmuş ve 30 yaşından küçük genç kadın/erkekler alınmaya başlanmıştır. Bu okulda 1 yıla yakın süre zarfında verilen kapsamlı eğitim sonucunda Emniyet Teşkilatı’nın idarecilik pozisyonlarında görev alacak komiser yardımcıları yetiştirilmektedir.” [Bkz.Yılmaz ÇOLAK, “Bürokratik Vesayet, Emniyet Teşkilatı ve Demokratik Dönüşüm: Polis Akademisi Örneği”, (Bürokrasinin Demokratik Denetimi, Ed. Salih Zeki HAKLI), Polis Akademisi Yayınları, 2017, s.7-15.]

Özellikle bu sürecin uygulamacılarının -yukarıdaki satırlardan anlaşılacağı üzere- Akademinin “kapatılma/dönüştürme” konusundaki (bir sohbet/paylaşım olarak değil bilimsel çalışma niteliğinde gerekçelendirerek bir kitapta makale şeklinde yayınladıkları!) “Bürokratik Vesayet” olarak ortaya koydukları “akademik bakış” açılarını da paylaşmak istedim.

Nostaljiden yada aidiyet bağlamından öte özellikle Akademinin niçin/neden açılması gerektiğine dair Çağın Polisi Dergisinin 186. Sayısının kapak sayfasındaki “Polis Akademisi Açılmalıdır” mesajı ile dergi içerisindeki “Polis Akademisi Niçin Tekrar Açılmalı?” başlıklı makale/yazı çerçevesinde tarihi misyon yüklenen TEMÜDDER açısından önemli bir girişimdir.

Kurum ve kurumsallaşma açısından; makamlar/mevkiler kalıcı, hizmet ettiği kuruma değer katmaya çalışan kişiler ise gelip geçicidir. Kurumları ayakta tutacak olanda, sorun olarak tespit edilen hususların giderilmesi/çözümlenmesi yolunda, kendi birikimlerinden, benzer kurumların deneyimlerinden, bilimsel araştırma/çalışmalardan ve kurum personelinin kendi potansiyeli kapsamında yapabileceği katkılarla elde edilen/edilecek kazanımlardır.

Profesyonellik açısından üniversitelerin önemi yadsınamaz. Polis Akademisi’de polis mesleği ve güvenlik çerçevesinde yapacağı araştırma/çalışmalarla bilimsel katkı sağlayarak kurumun ve polisin hizmet çıtasını yükseğe çıkarmalıdır.

Emniyet Genel Müdürlüğü, bugün bir yandan başka ulusların polislerine eğitim verirken, diğer yandan 400 binleri aşan sayısıyla görev alanı olarak ulusal sınırları aşmış bir hizmet çerçevesine sahiptir.

Mülki idaredeki görevlilere yeni kadrolar açmak için yapılacak değişikliklerin, Emniyet Teşkilatı hizmetlerinin verimliliğini olumsuz etkileyeceği, daha önce yapılan uygulamalar ile bilinmektedir. Herkes kendi işini yapmalıdır, uzmanlık alanı neyse onu yürütmelidir.

Sonuç olarak, Emniyet Teşkilatı sorunlarını aşıp çözüme kavuşturacak, kendisi için gerekli olanı, değişimi/gelişimi yakalayabilecek birikime/potansiyele ve dinamiklere sahiptir. Önemli olan ise sorunu gören, kabul eden iradenin/idarenin ortaya konulması, içeride personelin, dışarıda ise hizmet verilen halkın talep ve ihtiyaçlarına duyarlı, katılımcı kurgulanmış çözümlerin ve politikaların uygulamaya konulmasının gerekliliğidir. 

Remzi KOÇÖZ

(Çağın Polisi Dergisi, Nisan 2021- Sayı:189'da yayınlanmıştır.)

31.1.21

KADİR CANBELDEK ANISINA

 

“Yaş, çok çok önemli çok önyargılı olmamak lazım, Allah hepimize zihinsel ve fiziksel sağlıklı yaşlılık nasip etsin…”  (13 Ocak 2021) Kadir CANBELDEK

KADİR CANBELDEK ANISINA...

‘Polis Koleji orijinli 1973 Polis Enstitüsü/Akademisi mezunu kısaca 73’lü abilerin bende ayrı bir yeri var. (Özer Altan/rahmetli M.Akif abimin ortaokuldan arkadaşı, rahmetli A.Gaffar Okkan/İzmir stajından, Süleyman Ulus, Mehmet Koca/Çanakkale görevinden vd…) 1975’de gurbete Ankara’ya/Koleje geldiğimde, 1973 Kara Harbokulu mezunu abim o dönem Kolejle bitişik olan Jandarma subay okulundaki eğitimini tamamlayıp Teğmen olarak Sivas’a atanırken, çocukluk arkadaşı Özer Altan abilerle beni tanıştırır. Kolej günlerimizde Ayrancı’daki bekar evlerine uğrarken, (Cumhur Yıldırım, Şeref Oktay/73, Tuncay Özkul/78 ilk etapta tanıdığım/tanıştığım ağabeyler), kültür altyapımızda bu evlerin katkısı olacaktır.’

Kadir Canbeldek/73’lü kendi dönemi, arkadaşlık/dostluk/insani ilişkileri ve de onu yakından tanıyanlar için çok özel bir şahsiyet. 1952 Denizli/Yatağan doğumlu, 1967 Polis Koleji girişli 1973 Polis Enstitüsü Mezuniyet sonrası Polis Kolejinde 1973-74 yıllarında sınıf komiserliği yapmasının ardından çok sevdiği ve sonrasında yaşamını sürdüreceği İzmir iline atanır. Bu arada Ankara Hukuk Fakültesini de bitirmiştir. (Sonrasında 1976 yılında TODAİE eğitimi nedeniyle 1 yıl kadar Ankara’da kaldığı arkadaşlarına ait ev benimde uğrak yerim olan Özer abilerin evidir.) İzmir sonrası Kars ilinde görev yaparken, -çok sevdiği/çocukluğunu/gençliğini verdiği- Emniyet Teşkilatından 1983'de ayrılıp sivil yaşama geçerek İzmir’de Avukatlık yapar.

Onunla görevde/sonrasında yollarımız hiç kesişmez. Ta ki Cumhuriyet’in 100. Yıl etkinlikleri kapsamında -Kolej Platformu tarafından organize edilen ve benim açımdan emeklilik sonrası birnevi Kolej buluşması olan 29 Ekim haftası ile- 10 Kasım 2019 günü/akşamında Ankara’da karşılaşır, yanına gidip kısa bir sohbet ve sağlık durumu ile ilgili bilgilenirim.

Sonrasında paylaşımlarımda, yazılarımda özellikle gazete yazılarımda beni ilk tebrik edenlerin başında yer alır. “Cumhuriyet aydını olarak aydınlatıcı yazılarınızı takip etmeye çalışıyorum, kutluyorum” şeklindeki onure edici sözleri, ‘acıyı paylaşmanın kolay, başarıyı takdir etmenin zorluğunu’, kısacası egoizmi anımsatır.

17 Ocak 2021 Pazar sabahı Kadir Canbeldek abimiz ile telefon görüşmemizde hastalığının son 1 aylık süreçte nüksedip durumunun biraz ağırlaştığını ve hastanede olduğunu, yazılarımı/paylaşımlarımı beğendiğini ve özellikle Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan yazılarımı beğeni ile takip ettiğini söylerken sesi biraz ağır ve yorgundu. Bir arkadaşının (16 Haziran 2020’de yaşamını yitiren araştırmacı/yazar Metin Aydoğan) kitaplarından göndermek için adresimi istemişti. Konuşmakta zorlandığı için sadece kendisini dinlemekle yetinerek sağlık/şifa ve kolaylıklar dileğinde bulundum. Yaklaşık 5.5 dk süren konuşmamız ister istemez beni etkilemişti. Çünkü bu hastalık/kanser türevi, insanlar/insanlık için zorlu bir mücadele, çetin bir sınavdı. Hele bir abinizin/yakınınızın/arkadaşınızın son yolculuğunu birebir yaşamışsanız, daha da zordu.

Hastane/tedavi durumunu kimseyle paylaşmamamı tembih ettiyse de ben İzmir’de bulunan Mustafa Acar/73 ve Ömer Kılıç/77 ağabeylerle hastalık durumunu paylaştığımda onlarında süreci takip ettiklerini ve üzgün olduklarını anladım. Tabi ki ardından kendisi ile ilgili duygularımı whatsapp üzerinden biraz uzun sayılabilecek bir metin halinde paylaşırken, ‘sağlık mücadelesinde kolaylıklar vede sağlıklı günlerde görüşebilme’ dileklerimi ilettim. Cevaben, “Güzel ve onur verici duygu ve düşünceniz için teşekkür ederim” şeklinde karşılıklı yazışmamızı “Gökkuşağı” emojini ile sonlandırırken dostları/sevdikleri ile birer birer vedalaşmakta olduğunu hissettim.

19 Ocak Salı sabahı Ömer Kılıç abimizin Kadir Abinin yoğun bakımda olduğunu ve zorlu bir sürece girdiğini üzülerek söylemesi üzerine, 2 gün öncesinde görüştüğüm/mesajlaştığım Kadir abimin daha da zorlu bir sürece girdiğini, yoğun bakım denilen Araf’ta yaşam mücadelesi verirken, (Kadir abinin emanetlerini Günay Uslu ağabey ve Yusuf Fidan kardeşime ulaştırırken, Mustafa Acar ve Ömer Kılıç yanında A.Galip Savaşır ve Hüseyin Şahin abiler ilede hastalık sürecini paylaşmıştık.) Yaşam kadar sonlanmasının da bizim elimizde olmadığı gerçeğinin bilinciyle, Dualarımız onunla idi!

Ölüm ergeç hepimize ulaşacak. Ama erken ama geç. Güzel eserlerle/çalışmalarla/anılarla/yardımlaşmalarla/dostluklarla ve de erdemli bir insan olarak ayrılabilenlere ne mutlu! Aslolan insanları yaşarken değer kılmaktır.

(Bende bu bağlamda; büyüklerim/arkadaşlarım/dostlarım ile hayatın akışı içerisinde fırsat yaratıp ziyaret ederek/arayarak, çok özelde de biyografi/portre şeklinde yazarak, tarihe not düşmeye çalışırım.)

Hayat akıp gidiyor. Akıp giden hayatın hergün aramızdan birimizi, -yakınlarımızı/ sevdiklerimizi/dostlarımızı- alıp sonsuzluğa götürürken, son yolculuğunda yanında olamamanın burukluğuyla, kendimizce birşeyler yazarak/paylaşarak vefa/gönül borcu yanında, birbirimize enerji/moral vermeye çalışıyoruz.

Değerli Ağabeyimiz, Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısı Kadir Canbeldek’e;

Allah'tan rahmet dilerken, Ailesi/yakınları/sevenleri/dostları/meslektaşları ve de Kolej camiasına başsağlığı/sabırlar diliyorum.

Toprağın bol, ışıklar yoldaşın olsun Değerli Ağabey...

(31 Ocak 2021)

Remzi KOÇÖZ 

BİZ KOLEJLİLER

 ‘Uzun süre bir arada yaşayan insanlar ortak değerler oluştururlar. Bunu “ruh” olarak da adlandırabiliriz. Bizimkisi de öyle.. Anadolu’nun dört bir yanından başkente gelerek kolejli olduk. O içimizdeki ruh; "kolejlilik", anılar dağarcığında yerini alırken, bugün bizleri biraraya getiren ortak paydamız olur.’ 

Henüz 14-15 yaşlarımızda ana kucağından, baba ocağından ayrılarak çoğumuz için gurbet sayılan Ankara’ya yepyeni bir yuvaya geldik. O yuva bizi başkentin puslu, soğuk günlerinde bağrına bastı, kucakladı. Hem akıl, hem fiziksel hem de duygusal olarak sere serpe geliştirdi.

Ergenliğe geçişin ne olduğunu anlayamadığımız gibi delikanlılığa geçişi de pek anlayamadık. Bir yerde duyguların bastırılması bizi ergenlikten olgunluğa taşımıştı. Yaşıtlarımızdan daha sorumlu, daha ciddi, daha farklı bir hal almıştık.

İlk günlerdeki kaynaşma hemşehrilik yakınlaşması olarak ortaya çıksa da aynı koğuş ve sınıflardaki birliktelik şeklinde bir bütünsellik yaşanacaktı. Bir üst sınıf, bir üst sınıf derken son sınıfa doğru dünya görüşü denilen ‘yaşam felsefesi’nin ortaya çıkmasıyla arkadaşlıklar farklılaştı. Siyasi çekişmelerin, Türkiye’yi kasıp kavurduğu yıllarda 78 kuşağı olarak bizlere de yansımaları oldu. Ancak bu yuvanın bize kazandırdığı ‘Kolejlilik ruhu’ farklı siyasi görüşlerin bir arada yaşamasına, arkadaşlıklarına tutkal olmuştu. İşte o ruh bizi bugünlere taşıyan Atatürk çizgisinden başka bir şey olmayan, bu ülkenin kuruluş felsefesini oluşturan ‘Cumhuriyet ilkeleri ve Devrimleri’ ortak paydamız olacaktı.

Okuduk! ‘Doğayı, Evreni, Emeği ve Yaradan’ı anlamaya çalıştık. Dünyayı, çevremizi, ülkemizi, halkımızı ve de kendimizi tanımaya çalıştık.

10 Nisanlarda, 19 Mayıs ve 29 Ekimlerde özellikle tören yürüyüşlerinde üniformalarımızla gururlu ve mağrurduk.

Adrenalin denilen salgının en yoğununu yaşadık. Spor salonunda, futbol sahasında, okul bahçesinde ve de kombinenin tepesinde..

Şakalar yaptık en ağırından, en eşekcesinden! Lakaplar taktık. Küfürler saydık, düellolar yaptık. Tartıştık, kavga ettik, küstük ve barıştık. Yen kırılır kın içersinde kalırdı. İspiyon kelimesi en nefret uyandıran şeylerdendi.

İnşaatta, zulada sigara-alkol kaçamaklarında bazen yakalandık, bazen de paçayı sıyırdık.

Hafta sonları Ankara’yı keşfe çıktık. Anıtkabir, Ankara kalesi, tarihi yerler, müzeler, parklar (AOÇ, Gençlik, Kurtuluş, Botanik, Kuğulu) uğrak yerlerimizdi. Sinema, tiyatro, sergi ve kitapçılar gibi sanatsal etkinliklerden ‘Kültürel’ açıdan nasibimizi aldık. Kalan zamanlarda da bilardo, okey ve kağıt oyunlarıyla kahve kültürümüzü geliştirdik. (Kültürümüz/görgümüz artsın diye Polatlı-Gordion gibi geziler dışında okul tarafından opera ve tiyatroya da götürüldük.)

Günlük notlar, şiirler, mektuplar, pul koleksiyonları, arkadaşlıklar paylaşılan daha neler neler.. O günlerde yurtdışından kız arkadaşlarımız bile oldu. Onlarla yazışarak uzun bir süre mektup arkadaşlığı yaptık.

Sabah sporu, etütler, geç gelen yemek sıraları ve gece yatakhane/koğuş sohbetleri. Bir yatağın etrafına bütün koğuş toplanır, onlarla, birbirimizin davranışlarını hicvederek güler, kahkahalar atardık.

En ağır gelenide gece nöbeti ve hafta sonları erken uyandırılmamızdı. Uykuya hiç mi hiç doyamazdık.

Gurbete bir çanta ile gelmiştik. Sonrasında bavulla tanıştık. Bize neler verilmedi ki! Çorabından gömleğine, dahili elbisesinden haricisine, diş macunundan sabununa, havlusundan bornozuna, kaleminden defterine tüm ihtiyaçlarımız devlet tarafından verildi. Bu arada harçlıkları da unutmamak lazım..

Kolej yıllarına çok şeyler sığdırırken  -fireler versek de- büyük çoğunluk yola devam diyerek ayni kaderi paylaştık.

Yatılı okullar, Anadolu’nun ücra köşelerinde yaşayan alt-orta gelir düzeyindeki vatandaşlarının çocuklarını devletin kucak açarak, fırsat yaratarak sahiplenmesidir. Devlet, bu okullar aracılığı ile genç yaşta insanlarını hayata hazırlayıp, meslek sahibi yaparak, geleceğini -kendisinin ve ailesinin- güvenceye alır. Ekonomik özgürlüğünü sağlamakla kariyer sahibi olmasına da fırsat tanır. Basamaklar bir bir çıkıldıkça bürokrasiye doğru tırmanarak yönetim kademelerinde yer alınacak; bu yuvadan yetişen çocuklar Emniyet Müdürü, Vali, Genel Müdür; Doktor, Profesör, Sayıştay Denetçisi, Avukat, Savcı, Hakim, Yargıtay Üyesi; Danışma Meclisi Üyesi, Milletvekili, Senatör ve Bakan olmuştur. Özel sektör bağlamında ise üst düzey yönetici, işadamı olanlar yanında, değişik sivil toplum kuruluşlarında/kurumlarında görev almış/başkan olmuş, yurtiçinde/yurtdışında göğsümüzü kabartmışlardır.

Büyük Önder Atatürk’ün emriyle onu kaybettiğimiz 1938 yılında kurulan bu yuvada okuyup ülkenin değişik yerlerinde görev yapmanın, hizmet vermenin onurunu, ayrıcalığını yaşarken; Vatanımıza-Milletimize-Teşkilatımıza yararlı hizmetler üretebildiysek, ne mutlu bizlere…

            Herkesin, kendine göre birçok öyküsü vardır.

            İnsan yaşamındaki güzel anılar, yazılar, resimler ebedi olsun,

            Sağlık öncelikli mutluluklar eksilmesin.

            Her şey, herkesin/hepimizin gönlünce olsun.

Saygı, sevgi ve selamlarımla…

Remzi KOÇÖZ

9.1.21

BİR MESLEK BÜYÜĞÜM; AZİZ AKSOY ANISINA


Salgın döneminde binlerce insan çok erken ayrıldı aramızdan. En kötüsü de sevdiklerini son yolculuğuna uğurlayamamak.

Bazı ölümler/kayıplar insanı daha çok etkiler/üzer. Aile yakınların/arkadaşların/birlikte görev yaptıkların...

Aziz Aksoy müdürümüz de benim gibi onunla görev yapanlar için çok özel bir şahsiyetti.

1963 Polis Koleji girişli 1969 Polis Enstitüsü Mezuniyet sonrası görev surecinde   Erzurum ilinde 1998-2001 yılları arasında Müdürlüğümüzü yaparken yakından tanıyıp, birlikte görev yapmaktan onur/gurur duyduğum bir meslek Büyüğüm oldu. Çok güzel birlikteliklerimiz/ çalışmalarımız/anılarımız oldu. Bizler üzerinde emekleri yanında, müdürlük rütbelerimde 2 ve 3. Yıldızımı takmak Onun ellerinden nasip oldu.

O Türk filmlerinin tipik karakteri Hulusi Kentmen gibi Babacan/sevecen bir emniyet müdürü 'Aziz Baba' olarak, değerli eşleri emekli eğitimci Gülay hanım da kimsesizlerin kimsesi 'Gülay Anne' olarak kermeslere/yardım kampanyalarına öncülük ederek Ailece gönüller de yer aldılar.

Emniyet Teşkilatına olan emekleri kadar, Erzurum üzerinde de sayısız emekleri olan özellikle Polis Amca İlköğretim Okulu onun en önemli /anlamlı bir eseri sayılır.

Görev sürecimiz sonrasında/emeklilik günlerinde de gönül köprümüz / iletişimimiz hiç kopmaz. Bizden önce arar/sorar moral verir, dualarını eksik etmezdi. Yeni yıl için arayıp ulaşamayınca bu kez tüm sevenleri gibi dualarımız onunlaydı.

Değerli ağabeyimiz/müdürümüz Erzurum/Erzurumspor sevdalısı, Aziz Aksoy'a,

Erzurumluların yakıştırdığı tabirle 'Aziz Baba'ya; Allah'tan rahmet dilerken,

Ailesi/yakınları/sevenleri/meslektaşları vede dostlarına başsağlığı/sabırlar diliyorum.

Toprağın bol olsun, nur içinde yat değerli Büyüğüm...

7 Ocak 2021 

Remzi KOÇÖZ

ÜNAL ERKAN



Emniyet Teşkilatının/Kolejlilerin İlkler Gururu: ÜNAL ERKAN

“Polis koleji/akademisi mezunu olarak; Polislik çatısı altında geçen 30 yılın içine Ankara ve İstanbul gibi iki büyük ilin emniyet müdürlüğü görevlerini sığdırır. Sonra Edirne valiliğine atanır. Ardından Emniyet Genel Müdürü olarak, polislik çatısının en üst yöneticiliğine getirilir. Ülkenin zor günlerinde olağanüstü hal bölge valiliği görevinde bulunur. Son olarak da TBMM’de milletvekili olarak görev alıp, Devlet Bakanı olur.”*

Milli Mücadelenin 100. Yılı etkinlikleri kapsamında Kolej Platformu tarafından düzenlenen ve TEMÜDDER üyeleri ile kendini Cumhuriyet sevdalısı olarak addeden Emniyet Teşkilatının yetiştirdiği değerlerinin 29 Ekim ve 10 Kasım 2019 günleri Anıtkabir ziyaretleri ve akşamında birliktelikleri anlamlıdır. Bu değerler arasında Emniyet Teşkilatının farklı birimlerinde/farklı rütbelerde görev yapmış şahsiyetlerden tutun da İl Müdürlüğü, Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Genel Müdürlük, Valilik hatta Bakanlık yapmış vede Emniyet Teşkilatının tarihine imzalarını atmış şahsiyetler vardır. Ve bu şahsiyetler arasında da en çok ilgi odağı olan biri vardır. Emniyet Teşkilatında çoğu insana nasip olmayan/olmayacak bir yükseliş kateden ve yükseldikçe de özünü, mütevaziliğini kaybetmeyen bir değer, bir başarı öyküsü, Kolejlilerin ilkler gururu: Ünal ERKAN…
            Müdürlükten Valiliğe, Vekillikten Bakanlığa birden çok ünvanı bir arada bulunduran Ünal ERKAN, Emniyet Teşkilatı günlerinin özelini ve özlemlerini, çocukluğundan/bakanlığa uzanan süreci, kısacası yaşam serüvenini Erol ÖZDEMİR’e vermiş olduğu 17 sayfalık bir röportajla Çağın Polisi Dergisi aracılığıyla Emniyet Teşkilatı ve kamuoyu ile paylaşır.
*(Bkz. Erol ÖZDEMİR, Ünal Erkan ile Söyleşi, Çağın Polisi Dergisi, Sayı:34, Ekim 2004.)
Ünal ERKAN, Mustafa ve Maide ERKAN çiftinin 6 çocuğunun ortancası olarak 16.10.1942 tarihinde Erzurum’da dünyaya gelir. Polis Memuru olan babasının görevi nedeniyle Ankara/Altındağ/Atıfbey mahallesinde kiralık bir gecekonduda büyür. İlk ve ortaokulu Ankara’da okur. Hava Askeri Lisesinin sınavlarına hazırlanırken Polis Kolejinin yeniden öğrenime açılması ile Baba mesleğini kendine ideal edinerek 1958 yılında polis kolejine adımını atar. (Polis Koleji; 1941-1950 arası 10 dönem mezun vermesinin ardından kapatılmış, 1958’de yeniden açılınca, O yeni dönemin ilk, kolejin ise üst sınıfı olmayan 11. Dönemin 475 nolu öğrencisi olur. Daha Kolejde başlayan abilik, meslekte ve sonraki süreçte Kolejliler kadar teşkilatın abisi olarak da devam edecektir.)
Dersler dışında, mütalaalarda, teneffüslerde, özellikle futbol sahasında güzel arkadaşlıklar paylaşılır. O bir futbol tutkunudur, adeta futbol onun için ikinci bir sevdadır. Daha Kolej günlerinde Enstitü futbol takımına seçilir. (Kadroda Emniyetgücü forması ile ter dökecek, sonrasında ilerleyen yaşına rağmen halısaha müdavimi olacaktır.)
Kolej öğrencisi iken bu kez 1960 yılında polis enstitüsünde öğretime ara verilir.
Enstitünün yeniden açılması için tüm kolejliler diken üstündedir. Ulaşabildikleri ilgililere seslerini duyurmaya çalışırlar. Nihayet 1 yıl aradan sonra Enstitüde eğitim/öğretime 1961 yılından itibaren tekrar başlanılmıştır.
1961’de kolejden mezun olur. Aynı yıl 15961 sicil sayılı öğrenci polis memuru olarak başladığı Polis Enstitüsünden/Akademisinden 1964 yılında Komiser Yardımcısı olarak mezun olduktan sonra Bursa/İnegöl ilçesinde Emniyet Amir Vekili olarak göreve başlar. Ardından vatani görevini yedek subay olarak Polatlı’da başlayıp Erzurum’da tamamlar. Askerlik dönüşü, Emniyet Genel Müdürünün talimatıyla EGM/İstihbarat-Önemli İşler Dairesinde görevlendirilir.
Başkomiser rütbesinde “önemli işler” biriminde görevli iken, birlikte görev yaptıkları amir/müdürlerinin karşı durmalarına ve o dönemde emniyet teşkilatında çok da tasvip edilmeyen dernek faaliyetleri içerisinde kendini bulur. Polis Enstitüsü Yükseköğrenim Mezunları Derneği başkanı olarak, Polis Enstitüsü öğrencilerinin 1969 yılı boykot eylemlerinde arabulucu olarak görev alır. Öğrencilerin isteklerinde haklı olduğunu ve isteklerinin yerine getirilmesi gerektiği çerçevesinde İçişleri Bakanı ve Emniyet Genel Müdürü ile görüşürler: Boykot yanlış, ama istekler haklıydı. Ancak boykotun devamından yana olanların boykotu sürdürmeleri üzerine okulun kapatılıp Enstitü öğrencilerinin kadroya gönderilme sürecinde kendisi de bedel öder, alelacele Konya iline sürgün/tayin edilir. (Konya/Seydişehir’de, -Hizmet otosu verilmeyip Seydişehir’e otobüsle 4 saatte yalnız başına ulaşarak- kimsenin yapamadığını başarıp, kamyon eylemcilerini ikna ederek yolun trafiğe açılmasını sağlar.)
4 aylık Konya macerasının ardından yeniden Ankara’ya eski birimine döner. İstihbaratta şube müdür yardımcılığına terfi etmesinin ardından 3’lü kararname ile Ankara Emniyet Müdürlüğü kadrosuna atanmasının ardından 1974-1975 yıllarında Ankara narkotik şube müdürü, ardından asayiş şube müdürlüğü yapar. (Asayiş ekipleri için gönderilen minibüslerde birlikteliği sağlamak için siyah-beyaz renklerle boyamayı uygun bulur, ancak Beşiktaş kulübünün üyesi/taraftarı olması nedeniyle farklı algılanır. Zaten O, farklı platformlarda Beşiktaşlılığını öne çıkaracak, Onlarında Ünal abisi olacaktır.)
1977 yılında Ankara’da merkez görevine, 1979’da emniyet müdür yardımcılığı rütbesine terfi etmesinin ardından İstanbul emniyet müdür yardımcılığına atanır. Siyasi ve asayiş hizmetleri ekiplerle birlikte kendisine bağlıdır.
1980 Eylülünde (12 Eylül harekatından bir hafta önce), İstanbul emniyet müdür yardımcılığından 38 yaşında terfian Ankara il emniyet müdürlüğüne atanır. 4 yıllık Ankara Emniyet Müdürlüğünün ardından 1984 yılında müdür yardımcısı olarak görev yaptığı İstanbul iline emniyet müdürü olarak atanır. İstanbul Emniyet Müdürü olarak da 4 yıllık bir görev sürecinin ardından 1988 yılında Edirne Valisi olarak atanır. O’nun için artık yeni bir süreç başlar, Emniyet Teşkilatı geride kalmış mülki amir olarak görevlendirilir.  1991 yılında 3 yıllık Edirne Valiliğinin ardından 30 yıllık üniformasını taşıdığı/kendi yetişmiş olduğu kuruma Emniyete, Genel Müdür olur. Emniyet Genel Müdürü olarak (9.7.1991-18.2.1992)  görev yaptığı kısa süreçte kurumsallaşma çerçevesinde birçok şey sığdırmağa çalışır.  Polis kolejlerinin -sayısının artırılması hatasını giderme açısından- sonradan açılanların kapatılmasını sağlar. 1980 sonrası tehlike görülmeyip yol verilen FETÖ yapılanmasına ta 1991 yılında darbe vurur. Akademi kuralarındaki usulsüzlüğe/kayırmacılığa gece saat 24’de bizzat el koyarak engel olur. Soruşturma başlatıp ceza almalarını sağlar. (Sonraki süreci hepimiz biliyoruz, bırakın Emniyet Teşkilatını Ülke olarak uçurumun kıyısından döndük!)
Sonrasında rütbe terfilerinde -benimde içerisinde bulunduğum birçok rütbelinin mağduriyetini önlemek adına sınav silsilesinde kayırmacılığın alenen yapıldığı- mülakatların  kaldırılması ile İKK (İstihbarata karşı koyma) adı verilen ve teşkilatın üvey evladı konumuna getirilen personeli üzerinde demoklesin kılıcı gibi kullanılan bir fişlemenin sonlandırılması süreci yaşanır.
Emniyet Genel Müdürü görevi uzun sürmez. 1992 yılında Ülkenin zor günlerinde OHAL bölge valisi olur. 1992-1995 yılları terörün pik yaptığı yıllardır. 3 yıllık sıkıntılı bir süreç ve görevin ardından memuriyet ve bürokrasi görevine noktayı koyar. Artık Emniyet ve Mülki hizmetler sona ermiş yeni bir kulvara geçmiştir. Yıllarca yaşadığı mesleki ve bürokratik deneyimlerini siyaset arenasına taşıyacak, 20. Dönem Ankara milletvekili olarak TBMM çatısı altında parlementer olacaktır (24.12.1995-18.4.1999). Parlamentoda grup adına 7-8 konuşma, birkaç da gündem dışı konuşma yapar. 1996 yılında 53. Hükümet kabinesine girerek Devlet Bakanı olur (6.3-28.6.1996). (Filiz Hanım ile evliliğinden 3 çocuk babası olurken, sonrasında torun sahibi dede olacaktır.)
İl emniyet müdürü olduğu zaman büroda oturmaz, Görev mahallinde arkadaşlarıyla birlikte olur. Hatta bir gün önceden olay yerinde egzersiz yapar, sonrasında da değerlendirme ve özeleştirisinde bulunur. Karakolları gezer, hem o semtin özellikleri hakkında bilgi edinir, hem de personelin durumunu yerinde görür, dinler, sorunlarına yardımcı olmaya çalışır.  
Memuriyet hayatı boyunca, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, genel müdür ve valilerden çok sayıda takdirname alır. Aynı şekilde birçok maaş taltifi ile ödüllendirilir. Diyarbakır’da adının verildiği ilköğretim okulu var. Bölge valisiyken yaptırdığı polis helikopter alanına adı verilir.
Ayrıca “Hizmette Başarı”, Terörle Mücadelede Üstün Başarı”, “Türk Kültürüne Hizmet”, “Türk Sporuna Hizmet”, “Yılın Bürokratı”, “Halkla İlişkilerde Başarı” vb. nedenlerle tarafına verilen belgeli ödüller, plaketler bulunur.  
O’nun en önemli şiarı: “Halka gideceksiniz, halkın gelmesine imkan vereceksiniz, halkı anlayacaksınız, halkı duyacaksınız.”
Aslolan insanları yaşarken değer kılmaktır!
Emniyet Teşkilatının yetiştirdiği seçkin insanlar ve değerler arasında yer alan Ünal ERKAN; bir Polis Koleji mezunu olarak meslek kariyerini Müdürlükten Valiliğe, Vekillikten Bakanlığa taşıyıp taçlandırır. Emniyet Teşkilatının/Kolejlilerin ilkler gururu olarak başarı öyküsü ile tarihe geçerken, sadece Kolejlilerin değil Türk ulusunun bağrında kendine yer bulacaktır. 10.12.2019

Remzi KOÇÖZ