31.1.21

KADİR CANBELDEK ANISINA

 

“Yaş, çok çok önemli çok önyargılı olmamak lazım, Allah hepimize zihinsel ve fiziksel sağlıklı yaşlılık nasip etsin…”  (13 Ocak 2021) Kadir CANBELDEK

KADİR CANBELDEK ANISINA...

‘Polis Koleji orijinli 1973 Polis Enstitüsü/Akademisi mezunu kısaca 73’lü abilerin bende ayrı bir yeri var. (Özer Altan/rahmetli M.Akif abimin ortaokuldan arkadaşı, rahmetli A.Gaffar Okkan/İzmir stajından, Süleyman Ulus, Mehmet Koca/Çanakkale görevinden vd…) 1975’de gurbete Ankara’ya/Koleje geldiğimde, 1973 Kara Harbokulu mezunu abim o dönem Kolejle bitişik olan Jandarma subay okulundaki eğitimini tamamlayıp Teğmen olarak Sivas’a atanırken, çocukluk arkadaşı Özer Altan abilerle beni tanıştırır. Kolej günlerimizde Ayrancı’daki bekar evlerine uğrarken, (Cumhur Yıldırım, Şeref Oktay/73, Tuncay Özkul/78 ilk etapta tanıdığım/tanıştığım ağabeyler), kültür altyapımızda bu evlerin katkısı olacaktır.’

Kadir Canbeldek/73’lü kendi dönemi, arkadaşlık/dostluk/insani ilişkileri ve de onu yakından tanıyanlar için çok özel bir şahsiyet. 1952 Denizli/Yatağan doğumlu, 1967 Polis Koleji girişli 1973 Polis Enstitüsü Mezuniyet sonrası Polis Kolejinde 1973-74 yıllarında sınıf komiserliği yapmasının ardından çok sevdiği ve sonrasında yaşamını sürdüreceği İzmir iline atanır. Bu arada Ankara Hukuk Fakültesini de bitirmiştir. (Sonrasında 1976 yılında TODAİE eğitimi nedeniyle 1 yıl kadar Ankara’da kaldığı arkadaşlarına ait ev benimde uğrak yerim olan Özer abilerin evidir.) İzmir sonrası Kars ilinde görev yaparken, -çok sevdiği/çocukluğunu/gençliğini verdiği- Emniyet Teşkilatından 1983'de ayrılıp sivil yaşama geçerek İzmir’de Avukatlık yapar.

Onunla görevde/sonrasında yollarımız hiç kesişmez. Ta ki Cumhuriyet’in 100. Yıl etkinlikleri kapsamında -Kolej Platformu tarafından organize edilen ve benim açımdan emeklilik sonrası birnevi Kolej buluşması olan 29 Ekim haftası ile- 10 Kasım 2019 günü/akşamında Ankara’da karşılaşır, yanına gidip kısa bir sohbet ve sağlık durumu ile ilgili bilgilenirim.

Sonrasında paylaşımlarımda, yazılarımda özellikle gazete yazılarımda beni ilk tebrik edenlerin başında yer alır. “Cumhuriyet aydını olarak aydınlatıcı yazılarınızı takip etmeye çalışıyorum, kutluyorum” şeklindeki onure edici sözleri, ‘acıyı paylaşmanın kolay, başarıyı takdir etmenin zorluğunu’, kısacası egoizmi anımsatır.

17 Ocak 2021 Pazar sabahı Kadir Canbeldek abimiz ile telefon görüşmemizde hastalığının son 1 aylık süreçte nüksedip durumunun biraz ağırlaştığını ve hastanede olduğunu, yazılarımı/paylaşımlarımı beğendiğini ve özellikle Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan yazılarımı beğeni ile takip ettiğini söylerken sesi biraz ağır ve yorgundu. Bir arkadaşının (16 Haziran 2020’de yaşamını yitiren araştırmacı/yazar Metin Aydoğan) kitaplarından göndermek için adresimi istemişti. Konuşmakta zorlandığı için sadece kendisini dinlemekle yetinerek sağlık/şifa ve kolaylıklar dileğinde bulundum. Yaklaşık 5.5 dk süren konuşmamız ister istemez beni etkilemişti. Çünkü bu hastalık/kanser türevi, insanlar/insanlık için zorlu bir mücadele, çetin bir sınavdı. Hele bir abinizin/yakınınızın/arkadaşınızın son yolculuğunu birebir yaşamışsanız, daha da zordu.

Hastane/tedavi durumunu kimseyle paylaşmamamı tembih ettiyse de ben İzmir’de bulunan Mustafa Acar/73 ve Ömer Kılıç/77 ağabeylerle hastalık durumunu paylaştığımda onlarında süreci takip ettiklerini ve üzgün olduklarını anladım. Tabi ki ardından kendisi ile ilgili duygularımı whatsapp üzerinden biraz uzun sayılabilecek bir metin halinde paylaşırken, ‘sağlık mücadelesinde kolaylıklar vede sağlıklı günlerde görüşebilme’ dileklerimi ilettim. Cevaben, “Güzel ve onur verici duygu ve düşünceniz için teşekkür ederim” şeklinde karşılıklı yazışmamızı “Gökkuşağı” emojini ile sonlandırırken dostları/sevdikleri ile birer birer vedalaşmakta olduğunu hissettim.

19 Ocak Salı sabahı Ömer Kılıç abimizin Kadir Abinin yoğun bakımda olduğunu ve zorlu bir sürece girdiğini üzülerek söylemesi üzerine, 2 gün öncesinde görüştüğüm/mesajlaştığım Kadir abimin daha da zorlu bir sürece girdiğini, yoğun bakım denilen Araf’ta yaşam mücadelesi verirken, (Kadir abinin emanetlerini Günay Uslu ağabey ve Yusuf Fidan kardeşime ulaştırırken, Mustafa Acar ve Ömer Kılıç yanında A.Galip Savaşır ve Hüseyin Şahin abiler ilede hastalık sürecini paylaşmıştık.) Yaşam kadar sonlanmasının da bizim elimizde olmadığı gerçeğinin bilinciyle, Dualarımız onunla idi!

Ölüm ergeç hepimize ulaşacak. Ama erken ama geç. Güzel eserlerle/çalışmalarla/anılarla/yardımlaşmalarla/dostluklarla ve de erdemli bir insan olarak ayrılabilenlere ne mutlu! Aslolan insanları yaşarken değer kılmaktır.

(Bende bu bağlamda; büyüklerim/arkadaşlarım/dostlarım ile hayatın akışı içerisinde fırsat yaratıp ziyaret ederek/arayarak, çok özelde de biyografi/portre şeklinde yazarak, tarihe not düşmeye çalışırım.)

Hayat akıp gidiyor. Akıp giden hayatın hergün aramızdan birimizi, -yakınlarımızı/ sevdiklerimizi/dostlarımızı- alıp sonsuzluğa götürürken, son yolculuğunda yanında olamamanın burukluğuyla, kendimizce birşeyler yazarak/paylaşarak vefa/gönül borcu yanında, birbirimize enerji/moral vermeye çalışıyoruz.

Değerli Ağabeyimiz, Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısı Kadir Canbeldek’e;

Allah'tan rahmet dilerken, Ailesi/yakınları/sevenleri/dostları/meslektaşları ve de Kolej camiasına başsağlığı/sabırlar diliyorum.

Toprağın bol, ışıklar yoldaşın olsun Değerli Ağabey...

(31 Ocak 2021)

Remzi KOÇÖZ 

BİZ KOLEJLİLER

 ‘Uzun süre bir arada yaşayan insanlar ortak değerler oluştururlar. Bunu “ruh” olarak da adlandırabiliriz. Bizimkisi de öyle.. Anadolu’nun dört bir yanından başkente gelerek kolejli olduk. O içimizdeki ruh; "kolejlilik", anılar dağarcığında yerini alırken, bugün bizleri biraraya getiren ortak paydamız olur.’ 

Henüz 14-15 yaşlarımızda ana kucağından, baba ocağından ayrılarak çoğumuz için gurbet sayılan Ankara’ya yepyeni bir yuvaya geldik. O yuva bizi başkentin puslu, soğuk günlerinde bağrına bastı, kucakladı. Hem akıl, hem fiziksel hem de duygusal olarak sere serpe geliştirdi.

Ergenliğe geçişin ne olduğunu anlayamadığımız gibi delikanlılığa geçişi de pek anlayamadık. Bir yerde duyguların bastırılması bizi ergenlikten olgunluğa taşımıştı. Yaşıtlarımızdan daha sorumlu, daha ciddi, daha farklı bir hal almıştık.

İlk günlerdeki kaynaşma hemşehrilik yakınlaşması olarak ortaya çıksa da aynı koğuş ve sınıflardaki birliktelik şeklinde bir bütünsellik yaşanacaktı. Bir üst sınıf, bir üst sınıf derken son sınıfa doğru dünya görüşü denilen ‘yaşam felsefesi’nin ortaya çıkmasıyla arkadaşlıklar farklılaştı. Siyasi çekişmelerin, Türkiye’yi kasıp kavurduğu yıllarda 78 kuşağı olarak bizlere de yansımaları oldu. Ancak bu yuvanın bize kazandırdığı ‘Kolejlilik ruhu’ farklı siyasi görüşlerin bir arada yaşamasına, arkadaşlıklarına tutkal olmuştu. İşte o ruh bizi bugünlere taşıyan Atatürk çizgisinden başka bir şey olmayan, bu ülkenin kuruluş felsefesini oluşturan ‘Cumhuriyet ilkeleri ve Devrimleri’ ortak paydamız olacaktı.

Okuduk! ‘Doğayı, Evreni, Emeği ve Yaradan’ı anlamaya çalıştık. Dünyayı, çevremizi, ülkemizi, halkımızı ve de kendimizi tanımaya çalıştık.

10 Nisanlarda, 19 Mayıs ve 29 Ekimlerde özellikle tören yürüyüşlerinde üniformalarımızla gururlu ve mağrurduk.

Adrenalin denilen salgının en yoğununu yaşadık. Spor salonunda, futbol sahasında, okul bahçesinde ve de kombinenin tepesinde..

Şakalar yaptık en ağırından, en eşekcesinden! Lakaplar taktık. Küfürler saydık, düellolar yaptık. Tartıştık, kavga ettik, küstük ve barıştık. Yen kırılır kın içersinde kalırdı. İspiyon kelimesi en nefret uyandıran şeylerdendi.

İnşaatta, zulada sigara-alkol kaçamaklarında bazen yakalandık, bazen de paçayı sıyırdık.

Hafta sonları Ankara’yı keşfe çıktık. Anıtkabir, Ankara kalesi, tarihi yerler, müzeler, parklar (AOÇ, Gençlik, Kurtuluş, Botanik, Kuğulu) uğrak yerlerimizdi. Sinema, tiyatro, sergi ve kitapçılar gibi sanatsal etkinliklerden ‘Kültürel’ açıdan nasibimizi aldık. Kalan zamanlarda da bilardo, okey ve kağıt oyunlarıyla kahve kültürümüzü geliştirdik. (Kültürümüz/görgümüz artsın diye Polatlı-Gordion gibi geziler dışında okul tarafından opera ve tiyatroya da götürüldük.)

Günlük notlar, şiirler, mektuplar, pul koleksiyonları, arkadaşlıklar paylaşılan daha neler neler.. O günlerde yurtdışından kız arkadaşlarımız bile oldu. Onlarla yazışarak uzun bir süre mektup arkadaşlığı yaptık.

Sabah sporu, etütler, geç gelen yemek sıraları ve gece yatakhane/koğuş sohbetleri. Bir yatağın etrafına bütün koğuş toplanır, onlarla, birbirimizin davranışlarını hicvederek güler, kahkahalar atardık.

En ağır gelenide gece nöbeti ve hafta sonları erken uyandırılmamızdı. Uykuya hiç mi hiç doyamazdık.

Gurbete bir çanta ile gelmiştik. Sonrasında bavulla tanıştık. Bize neler verilmedi ki! Çorabından gömleğine, dahili elbisesinden haricisine, diş macunundan sabununa, havlusundan bornozuna, kaleminden defterine tüm ihtiyaçlarımız devlet tarafından verildi. Bu arada harçlıkları da unutmamak lazım..

Kolej yıllarına çok şeyler sığdırırken  -fireler versek de- büyük çoğunluk yola devam diyerek ayni kaderi paylaştık.

Yatılı okullar, Anadolu’nun ücra köşelerinde yaşayan alt-orta gelir düzeyindeki vatandaşlarının çocuklarını devletin kucak açarak, fırsat yaratarak sahiplenmesidir. Devlet, bu okullar aracılığı ile genç yaşta insanlarını hayata hazırlayıp, meslek sahibi yaparak, geleceğini -kendisinin ve ailesinin- güvenceye alır. Ekonomik özgürlüğünü sağlamakla kariyer sahibi olmasına da fırsat tanır. Basamaklar bir bir çıkıldıkça bürokrasiye doğru tırmanarak yönetim kademelerinde yer alınacak; bu yuvadan yetişen çocuklar Emniyet Müdürü, Vali, Genel Müdür; Doktor, Profesör, Sayıştay Denetçisi, Avukat, Savcı, Hakim, Yargıtay Üyesi; Danışma Meclisi Üyesi, Milletvekili, Senatör ve Bakan olmuştur. Özel sektör bağlamında ise üst düzey yönetici, işadamı olanlar yanında, değişik sivil toplum kuruluşlarında/kurumlarında görev almış/başkan olmuş, yurtiçinde/yurtdışında göğsümüzü kabartmışlardır.

Büyük Önder Atatürk’ün emriyle onu kaybettiğimiz 1938 yılında kurulan bu yuvada okuyup ülkenin değişik yerlerinde görev yapmanın, hizmet vermenin onurunu, ayrıcalığını yaşarken; Vatanımıza-Milletimize-Teşkilatımıza yararlı hizmetler üretebildiysek, ne mutlu bizlere…

            Herkesin, kendine göre birçok öyküsü vardır.

            İnsan yaşamındaki güzel anılar, yazılar, resimler ebedi olsun,

            Sağlık öncelikli mutluluklar eksilmesin.

            Her şey, herkesin/hepimizin gönlünce olsun.

Saygı, sevgi ve selamlarımla…

Remzi KOÇÖZ

9.1.21

BİR MESLEK BÜYÜĞÜM; AZİZ AKSOY ANISINA


Salgın döneminde binlerce insan çok erken ayrıldı aramızdan. En kötüsü de sevdiklerini son yolculuğuna uğurlayamamak.

Bazı ölümler/kayıplar insanı daha çok etkiler/üzer. Aile yakınların/arkadaşların/birlikte görev yaptıkların...

Aziz Aksoy müdürümüz de benim gibi onunla görev yapanlar için çok özel bir şahsiyetti.

1963 Polis Koleji girişli 1969 Polis Enstitüsü Mezuniyet sonrası görev surecinde   Erzurum ilinde 1998-2001 yılları arasında Müdürlüğümüzü yaparken yakından tanıyıp, birlikte görev yapmaktan onur/gurur duyduğum bir meslek Büyüğüm oldu. Çok güzel birlikteliklerimiz/ çalışmalarımız/anılarımız oldu. Bizler üzerinde emekleri yanında, müdürlük rütbelerimde 2 ve 3. Yıldızımı takmak Onun ellerinden nasip oldu.

O Türk filmlerinin tipik karakteri Hulusi Kentmen gibi Babacan/sevecen bir emniyet müdürü 'Aziz Baba' olarak, değerli eşleri emekli eğitimci Gülay hanım da kimsesizlerin kimsesi 'Gülay Anne' olarak kermeslere/yardım kampanyalarına öncülük ederek Ailece gönüller de yer aldılar.

Emniyet Teşkilatına olan emekleri kadar, Erzurum üzerinde de sayısız emekleri olan özellikle Polis Amca İlköğretim Okulu onun en önemli /anlamlı bir eseri sayılır.

Görev sürecimiz sonrasında/emeklilik günlerinde de gönül köprümüz / iletişimimiz hiç kopmaz. Bizden önce arar/sorar moral verir, dualarını eksik etmezdi. Yeni yıl için arayıp ulaşamayınca bu kez tüm sevenleri gibi dualarımız onunlaydı.

Değerli ağabeyimiz/müdürümüz Erzurum/Erzurumspor sevdalısı, Aziz Aksoy'a,

Erzurumluların yakıştırdığı tabirle 'Aziz Baba'ya; Allah'tan rahmet dilerken,

Ailesi/yakınları/sevenleri/meslektaşları vede dostlarına başsağlığı/sabırlar diliyorum.

Toprağın bol olsun, nur içinde yat değerli Büyüğüm...

7 Ocak 2021 

Remzi KOÇÖZ

ÜNAL ERKAN



Emniyet Teşkilatının/Kolejlilerin İlkler Gururu: ÜNAL ERKAN

“Polis koleji/akademisi mezunu olarak; Polislik çatısı altında geçen 30 yılın içine Ankara ve İstanbul gibi iki büyük ilin emniyet müdürlüğü görevlerini sığdırır. Sonra Edirne valiliğine atanır. Ardından Emniyet Genel Müdürü olarak, polislik çatısının en üst yöneticiliğine getirilir. Ülkenin zor günlerinde olağanüstü hal bölge valiliği görevinde bulunur. Son olarak da TBMM’de milletvekili olarak görev alıp, Devlet Bakanı olur.”*

Milli Mücadelenin 100. Yılı etkinlikleri kapsamında Kolej Platformu tarafından düzenlenen ve TEMÜDDER üyeleri ile kendini Cumhuriyet sevdalısı olarak addeden Emniyet Teşkilatının yetiştirdiği değerlerinin 29 Ekim ve 10 Kasım 2019 günleri Anıtkabir ziyaretleri ve akşamında birliktelikleri anlamlıdır. Bu değerler arasında Emniyet Teşkilatının farklı birimlerinde/farklı rütbelerde görev yapmış şahsiyetlerden tutun da İl Müdürlüğü, Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Genel Müdürlük, Valilik hatta Bakanlık yapmış vede Emniyet Teşkilatının tarihine imzalarını atmış şahsiyetler vardır. Ve bu şahsiyetler arasında da en çok ilgi odağı olan biri vardır. Emniyet Teşkilatında çoğu insana nasip olmayan/olmayacak bir yükseliş kateden ve yükseldikçe de özünü, mütevaziliğini kaybetmeyen bir değer, bir başarı öyküsü, Kolejlilerin ilkler gururu: Ünal ERKAN…
            Müdürlükten Valiliğe, Vekillikten Bakanlığa birden çok ünvanı bir arada bulunduran Ünal ERKAN, Emniyet Teşkilatı günlerinin özelini ve özlemlerini, çocukluğundan/bakanlığa uzanan süreci, kısacası yaşam serüvenini Erol ÖZDEMİR’e vermiş olduğu 17 sayfalık bir röportajla Çağın Polisi Dergisi aracılığıyla Emniyet Teşkilatı ve kamuoyu ile paylaşır.
*(Bkz. Erol ÖZDEMİR, Ünal Erkan ile Söyleşi, Çağın Polisi Dergisi, Sayı:34, Ekim 2004.)
Ünal ERKAN, Mustafa ve Maide ERKAN çiftinin 6 çocuğunun ortancası olarak 16.10.1942 tarihinde Erzurum’da dünyaya gelir. Polis Memuru olan babasının görevi nedeniyle Ankara/Altındağ/Atıfbey mahallesinde kiralık bir gecekonduda büyür. İlk ve ortaokulu Ankara’da okur. Hava Askeri Lisesinin sınavlarına hazırlanırken Polis Kolejinin yeniden öğrenime açılması ile Baba mesleğini kendine ideal edinerek 1958 yılında polis kolejine adımını atar. (Polis Koleji; 1941-1950 arası 10 dönem mezun vermesinin ardından kapatılmış, 1958’de yeniden açılınca, O yeni dönemin ilk, kolejin ise üst sınıfı olmayan 11. Dönemin 475 nolu öğrencisi olur. Daha Kolejde başlayan abilik, meslekte ve sonraki süreçte Kolejliler kadar teşkilatın abisi olarak da devam edecektir.)
Dersler dışında, mütalaalarda, teneffüslerde, özellikle futbol sahasında güzel arkadaşlıklar paylaşılır. O bir futbol tutkunudur, adeta futbol onun için ikinci bir sevdadır. Daha Kolej günlerinde Enstitü futbol takımına seçilir. (Kadroda Emniyetgücü forması ile ter dökecek, sonrasında ilerleyen yaşına rağmen halısaha müdavimi olacaktır.)
Kolej öğrencisi iken bu kez 1960 yılında polis enstitüsünde öğretime ara verilir.
Enstitünün yeniden açılması için tüm kolejliler diken üstündedir. Ulaşabildikleri ilgililere seslerini duyurmaya çalışırlar. Nihayet 1 yıl aradan sonra Enstitüde eğitim/öğretime 1961 yılından itibaren tekrar başlanılmıştır.
1961’de kolejden mezun olur. Aynı yıl 15961 sicil sayılı öğrenci polis memuru olarak başladığı Polis Enstitüsünden/Akademisinden 1964 yılında Komiser Yardımcısı olarak mezun olduktan sonra Bursa/İnegöl ilçesinde Emniyet Amir Vekili olarak göreve başlar. Ardından vatani görevini yedek subay olarak Polatlı’da başlayıp Erzurum’da tamamlar. Askerlik dönüşü, Emniyet Genel Müdürünün talimatıyla EGM/İstihbarat-Önemli İşler Dairesinde görevlendirilir.
Başkomiser rütbesinde “önemli işler” biriminde görevli iken, birlikte görev yaptıkları amir/müdürlerinin karşı durmalarına ve o dönemde emniyet teşkilatında çok da tasvip edilmeyen dernek faaliyetleri içerisinde kendini bulur. Polis Enstitüsü Yükseköğrenim Mezunları Derneği başkanı olarak, Polis Enstitüsü öğrencilerinin 1969 yılı boykot eylemlerinde arabulucu olarak görev alır. Öğrencilerin isteklerinde haklı olduğunu ve isteklerinin yerine getirilmesi gerektiği çerçevesinde İçişleri Bakanı ve Emniyet Genel Müdürü ile görüşürler: Boykot yanlış, ama istekler haklıydı. Ancak boykotun devamından yana olanların boykotu sürdürmeleri üzerine okulun kapatılıp Enstitü öğrencilerinin kadroya gönderilme sürecinde kendisi de bedel öder, alelacele Konya iline sürgün/tayin edilir. (Konya/Seydişehir’de, -Hizmet otosu verilmeyip Seydişehir’e otobüsle 4 saatte yalnız başına ulaşarak- kimsenin yapamadığını başarıp, kamyon eylemcilerini ikna ederek yolun trafiğe açılmasını sağlar.)
4 aylık Konya macerasının ardından yeniden Ankara’ya eski birimine döner. İstihbaratta şube müdür yardımcılığına terfi etmesinin ardından 3’lü kararname ile Ankara Emniyet Müdürlüğü kadrosuna atanmasının ardından 1974-1975 yıllarında Ankara narkotik şube müdürü, ardından asayiş şube müdürlüğü yapar. (Asayiş ekipleri için gönderilen minibüslerde birlikteliği sağlamak için siyah-beyaz renklerle boyamayı uygun bulur, ancak Beşiktaş kulübünün üyesi/taraftarı olması nedeniyle farklı algılanır. Zaten O, farklı platformlarda Beşiktaşlılığını öne çıkaracak, Onlarında Ünal abisi olacaktır.)
1977 yılında Ankara’da merkez görevine, 1979’da emniyet müdür yardımcılığı rütbesine terfi etmesinin ardından İstanbul emniyet müdür yardımcılığına atanır. Siyasi ve asayiş hizmetleri ekiplerle birlikte kendisine bağlıdır.
1980 Eylülünde (12 Eylül harekatından bir hafta önce), İstanbul emniyet müdür yardımcılığından 38 yaşında terfian Ankara il emniyet müdürlüğüne atanır. 4 yıllık Ankara Emniyet Müdürlüğünün ardından 1984 yılında müdür yardımcısı olarak görev yaptığı İstanbul iline emniyet müdürü olarak atanır. İstanbul Emniyet Müdürü olarak da 4 yıllık bir görev sürecinin ardından 1988 yılında Edirne Valisi olarak atanır. O’nun için artık yeni bir süreç başlar, Emniyet Teşkilatı geride kalmış mülki amir olarak görevlendirilir.  1991 yılında 3 yıllık Edirne Valiliğinin ardından 30 yıllık üniformasını taşıdığı/kendi yetişmiş olduğu kuruma Emniyete, Genel Müdür olur. Emniyet Genel Müdürü olarak (9.7.1991-18.2.1992)  görev yaptığı kısa süreçte kurumsallaşma çerçevesinde birçok şey sığdırmağa çalışır.  Polis kolejlerinin -sayısının artırılması hatasını giderme açısından- sonradan açılanların kapatılmasını sağlar. 1980 sonrası tehlike görülmeyip yol verilen FETÖ yapılanmasına ta 1991 yılında darbe vurur. Akademi kuralarındaki usulsüzlüğe/kayırmacılığa gece saat 24’de bizzat el koyarak engel olur. Soruşturma başlatıp ceza almalarını sağlar. (Sonraki süreci hepimiz biliyoruz, bırakın Emniyet Teşkilatını Ülke olarak uçurumun kıyısından döndük!)
Sonrasında rütbe terfilerinde -benimde içerisinde bulunduğum birçok rütbelinin mağduriyetini önlemek adına sınav silsilesinde kayırmacılığın alenen yapıldığı- mülakatların  kaldırılması ile İKK (İstihbarata karşı koyma) adı verilen ve teşkilatın üvey evladı konumuna getirilen personeli üzerinde demoklesin kılıcı gibi kullanılan bir fişlemenin sonlandırılması süreci yaşanır.
Emniyet Genel Müdürü görevi uzun sürmez. 1992 yılında Ülkenin zor günlerinde OHAL bölge valisi olur. 1992-1995 yılları terörün pik yaptığı yıllardır. 3 yıllık sıkıntılı bir süreç ve görevin ardından memuriyet ve bürokrasi görevine noktayı koyar. Artık Emniyet ve Mülki hizmetler sona ermiş yeni bir kulvara geçmiştir. Yıllarca yaşadığı mesleki ve bürokratik deneyimlerini siyaset arenasına taşıyacak, 20. Dönem Ankara milletvekili olarak TBMM çatısı altında parlementer olacaktır (24.12.1995-18.4.1999). Parlamentoda grup adına 7-8 konuşma, birkaç da gündem dışı konuşma yapar. 1996 yılında 53. Hükümet kabinesine girerek Devlet Bakanı olur (6.3-28.6.1996). (Filiz Hanım ile evliliğinden 3 çocuk babası olurken, sonrasında torun sahibi dede olacaktır.)
İl emniyet müdürü olduğu zaman büroda oturmaz, Görev mahallinde arkadaşlarıyla birlikte olur. Hatta bir gün önceden olay yerinde egzersiz yapar, sonrasında da değerlendirme ve özeleştirisinde bulunur. Karakolları gezer, hem o semtin özellikleri hakkında bilgi edinir, hem de personelin durumunu yerinde görür, dinler, sorunlarına yardımcı olmaya çalışır.  
Memuriyet hayatı boyunca, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, genel müdür ve valilerden çok sayıda takdirname alır. Aynı şekilde birçok maaş taltifi ile ödüllendirilir. Diyarbakır’da adının verildiği ilköğretim okulu var. Bölge valisiyken yaptırdığı polis helikopter alanına adı verilir.
Ayrıca “Hizmette Başarı”, Terörle Mücadelede Üstün Başarı”, “Türk Kültürüne Hizmet”, “Türk Sporuna Hizmet”, “Yılın Bürokratı”, “Halkla İlişkilerde Başarı” vb. nedenlerle tarafına verilen belgeli ödüller, plaketler bulunur.  
O’nun en önemli şiarı: “Halka gideceksiniz, halkın gelmesine imkan vereceksiniz, halkı anlayacaksınız, halkı duyacaksınız.”
Aslolan insanları yaşarken değer kılmaktır!
Emniyet Teşkilatının yetiştirdiği seçkin insanlar ve değerler arasında yer alan Ünal ERKAN; bir Polis Koleji mezunu olarak meslek kariyerini Müdürlükten Valiliğe, Vekillikten Bakanlığa taşıyıp taçlandırır. Emniyet Teşkilatının/Kolejlilerin ilkler gururu olarak başarı öyküsü ile tarihe geçerken, sadece Kolejlilerin değil Türk ulusunun bağrında kendine yer bulacaktır. 10.12.2019

Remzi KOÇÖZ