27.8.19

SİGARA VE YASAKLAR ÜZERİNE



SİGARANIN HATIRLATTIKLARI…

‘İnsan yaşamındaki mücadelelerden en zor olanı: kendisi ile olan mücadelesidir. Kendindeki olumsuzlukları alt etmesidir. Yaşamını kalitelendirmek adına kendini yenilemesidir.’

Çocukluk ya! Büyüklere özenmek, onlar gibi davranmaya çalışmak işin doğasında var. Sigara da bunların içersinde en önemli yer tutan özentiliklerdendir. Aile büyüklerimizden babannem, babam, annem sigara kullanmıyorlardı. Aile yakınlarımızdan amcam ve dayılarımın sigara içtiklerini görüyorduk. Çevremizdeki diğer insanları da sigara içerken görüyorduk. Ve çocuk olarak onlara imreniyorduk. Ailede sigara içen olmadığından sigara paketine ulaşmak zordu. Mahallenin bakkalı bitişik komşumuz olduğundan, bakkaldan da satın almamız neredeyse olanaksızdı. Onun aşırılması, zulalanması, içilmesi özel itina gerektiriyordu. Yakalanmamak çok daha önemliydi! Daha ilkokula başlamadan izmarit avcılığı sigara ile ilgili ilk hatırladıklarım. Filtreli sigara izmariti ise kaymaklı baklava gibiydi… Sonraki yıllar büyüyerek abilerimizin yaşına gelince onlar gibi zulalardan sigara içmenin zevkini tadacaktık. Ortaokullu olup top sahası ya da kanal boyunda sigara içmeyen çok azdır. Sigaradan bir sonraki aşama alkolle tanışmaktır.(1)
Yıl 1975, Ortaokul bitmiş, gurbette yatılı okul hayatı başlamıştır. Artık liseli bir genç, dahası delikanlı olmuştuk. İlk yıllar, harçlıklarımızla ortak olarak aldığımız sigara paketini yatakhane, dershane gibi yerlere zulalar, yine zula sistemi ile tek tek içmeye çalışırken üstlerimize yakalanır, bazen affedilsek de genellikle cezalandırılırdık.
Bizim dönemlerimizde sağlık konusu gündemde değildi. Sadece ‘yasak’ vardı. O yasağı bize uygulayan üst sınıfların ve amirlerimizin ellerinden, ağızlarından sigara pek eksik olmazdı. Bu görüntü toplumun tüm katmanlarına yansımış, sigarasız resim resimden sayılmazken, kimsenin sonraki kuşaklara sigara konusunda örnek olma diye bir derdi yoktu.

Sigara ile ilgili birkaç anı;
Kolej yılları; haftanın son günü akşam yemeğinden sonra sınıfta Sezai Kıdıkoğlu(2) ile ödev yapıp ortaklaşa sigara içerken nöbetçi komiseri Kemal Yurtsever’e yakalanmıştık (3). Bizdeki cahil cesaretinden başka bir şey değil. Arkadaşlar kenefte, inşaatta ya da diğer zula yerlerde sigara içerken biz de sınıfta içiyorduk. Ödev yaparken tüttürdüğümüz sigarayı elimizde saklayarak içsek de dumanı saklama şansımız yoktu. Sorulara cevap vermemiz esnasında çıkan dumanı açıklamanın bir anlamı yoktu. Ardından paket nerede soruları bizlerin zorlandığı durumlardı. Paket bulunamayınca, inandırıcı olmuyor; “Enstitülü bir abiden aldık” şeklindeki ilk verdiğimiz cevap geçerli oluyorsa da hafta izinsizliği cezasından kurtuluş yoktu. Ardından hafta sonu diğer arkadaşlar dışarı çıkarken bizler okul içersinde saat başı nöbetçi amirliğindeki defteri imzalayıp zaman geçirmeye çalışırdık. İlk sigara cezamızı çekerken Anıttepe Lisesinin bahçesindeki merdivenlere oturup bu kez açık alanda yine Sezai ile birer sigara yaktık. Öyle sohbete dalmış, efkarlanmışız ki bu kez -nereye bakıyorsak, ne konuşuyorsak ya da neyle ilgileniyorsak yine gafil avlanmış- hafta sonu yanında eşi ile birlikte okula gelen sınıflar amirimiz Cengiz Girgin’e yakalanmıştık (4). Arkasından gelen katlamalı hafta izinsizliği cezası bizi yıldırmıyordu. Zaten toplum olarak yasak şeylere karşı zaafiyetimiz yüksektir. Bizler de bu toplumun bireyleri olarak vazifemizi yapmaktan kaçınmıyor, üzerine üzerine gidiyorduk.

Bir yaz tatilinde babamın bir cenaze namazına gitmesini fırsat bilerek sigara yakmış dükkanın kapısında duruyordum. Bir yandan duman içeriye sirayet etmesin derken diğer yandan babamın geliş istikametini kolluyordum. Bir ara dalmışım ki sigaranın dumanını ters yöne savururken babamla yüz yüze gelmiştim. Sigarayı avucumun içersinde söndürmeye çalışsam da nafile! Sadece babamın “Aferin oğlum, büyümüş, adam olmuşsun!” gibi sözlerini hatırlıyorum.
Kolej yılları biter, yaş 18’e ulaşıp reşit olununca Enstitü/yüksek öğrenim yılları başlar. Özgürlük başlamıştır. Artık adam sınıfına girilmiş sigara yasağı da bitmiştir. Maaş almamız nedeniyle de kaliteli/filtreli sigara dönemi başlamıştır. Artık cebinizde paketle dolaşıp, istediğimiz yerde, istediğimiz zaman, istediğimiz kadar içebiliyorduk. Sözüm ona ‘özgür’dük.
Enstitü/öğrencilik bitip kadro yaşantısı başladığında görev nedeniyle sigara bize arkadaş olur. Günde birkaç paketin bitirildiği zamanlar olmuştur. Zaman zaman sağlık vb. nedenlerle sigara bırakma çabam olsa da nafile! Maltepe, Samsun, Silahlı Kuvvetler’den moda gereği Malboro’ya transfer olmuştum. Ş.Urfa’daki ayakkabılarımı boyayan çocuğun Malboro içtiğini görünce bu kez sınıf atlayarak Parlement sigarasına başladım. Gerçi çok değişik yerli ve yabancı sigaraları -ikramlar nedeniyle- tatmıştım. Sonunda yerli malı kullanma hassasiyetim ağır basmış olsada yabancı sigaraların içim keyfi, cazibesi light sigaralara ister istemez özendiriyordu.

Sigaraya Veda ve Sigarayla Mücadele;
Yıllar geçer, 30 yaşına ulaşılır. Henüz baba olmamıştım. Evliliğimin birinci yılını tamamlamaya 2-2,5 ay kala sigarayı bırakma konusunda vereceğim karar sonrası geriye dönüş olmamalıdır.   
Denizli-Güney ilçesinde görevliyken 11 Eylül 1990 günü senelik izne çıkmış, eşimle birlikte İzmir-Çeşme’deki baldızların yazlıklarına gitmiştik. Yolculuk esnasında yanımda bulunan malboro paketini bitirmiş, geç vakit olması nedeniyle yenisini almaya üşenmiştim. 12 Eylül sabahı tatil ve yorgunluk nedeniyle geç kalkmıştık. Kahvaltı sonrası sigara aransam da bulunduğumuz evde o anda sigara içen yoktu. Dükkânların uzak, havanın rüzgarlı/serin olması nedenleriyle dışarı çıkmaya yine üşenmiştim. Birde hafif öksürükle birlikte boğazımda başlayan yanma soğuk algınlığını müjdeliyordu. Akşama kadar evde dinlenip toparlarım derken işler tersine dönmüş, grip olmuştum. Akşamdan ilaç kullanmaya başlamama rağmen bir-iki gün daha evde dinlenmek zorunda kaldım. Bu arada sigarayı da bırakma kararı vermiştim. Bu kez kendimle mücadeleye kararlıydım. Bu son olacak,  kesinkes geriye dönmek, caymak olmayacaktı.
O yaz tatili boyunca sigara almasam da çevremde içenlerden etkilenmedim değil. İkramları geri çevirip içmesem de pasif içici olarak dumanından faydalandım. İzin dönüşü de kararlılığımı sürdürdüm. Evde, dairede ne kadar sigara varsa onları elden çıkardım. Ardından dairede ve evde sigara ikramını kaldırdım. Arabada kesinlikle içirmiyordum. Eşimin de sigara kullanmaması bu kararı uygulamamda en büyük destekti. Rahmetli kayınvalidem de bu kurala -özellikle doğum öncesi ve sonrası- en çok dikkat eden kişi olarak balkona çıkıp sigara içerdi. Eşimin hamilelik dönemi ve doğum sonrası sigaraya karşı adeta düşman olmuş, bulunmuş olduğumuz ortamlarda sigara içen yakınlarımızı, arkadaşlarımızı uyarırken zaman zaman kırıcı olmuştum.
Denizli-Güney ilçesinde görev yaparken; bir keresinde evimizde yapılacak hanımlar gününde siparişler arasındaki sigara seçeneğine olumsuz cevap vermem ve almamam üzerine eşimin bana kırıldığını biliyorum. Ancak ardından geçen süreçte sigara ikram edilmemesi fikrime katılmış beni desteklemişti. Birinci aşamayı geçmiş (sigara bırakma), ikinci aşamayı da (sigara ikramı) gerçekleştirmiştik. Üçüncü aşamada zorlanıyorduk. Kapalı mekanlarda sigara içilmesi konusuydu. Bunlar da bize ait özel alanlardı. Ev, makam odası ve kendi aracımız… Bu üç alanda sigara içilmesine karşı yoğun bir mücadele vermem nedeniyle çoğu dostlarımla küsme durumuna geldim. Erzurum’da görev yaparken Emniyet hekimimiz olan Serdar Bey, odama gelmemeyi başka bir arkadaşımızın odasında tarafıma şöyle aktarmıştı: “Müdürüm sen bize sigara ikram etmediğin gibi kendi sigaramızı da içirtmiyorsun!”
Bir diğer anım ise 1994 yerel seçimleri arifesinden… Türk siyasetine damgasını vuran ağır toplardan ve o dönemin bakanlarından Nahit Menteşe ve İsmet Sezgin Aydın milletvekili olmaları nedeniyle Aydın bölgesinde bulunmaktaydılar. Seçim yasaklarının başladığı saatlerde DYP İncirliova ilçe başkanının darp edilmesinin ardından o güzergâhtan geçmekte olan İl Emniyet Müdürümüz Şevket Ayaz ve Emniyet Müdür Yardımcımız Recai Şencan (rahmetli) ilçemize gelmişti. Müdürümüz olayla ilgili bilgileri bizden alarak gelişmeler hakkında önce Vali beyi,  ardından da Bakanlarımızı bilgilendirdikten sonra; Şevket müdürümüzle aramızda aşağıdaki diyalog yaşanır.
-“Remzi, ne sigaran var?”  
- Sigara kullanmıyorum, müdürüm!
-“Ben onu sormuyorum, hangi sigaraları bulunduruyorsun?”
-Ben sigara kullanmadığım gibi makamda da bulundurmuyorum! Ayrıca sigara ikramına da karşıyım! Çay, salep, neskafe, bitki çaylarımız var. Onlardan ikram edebilirim.
Bu diyalog sonrası Şevket müdürümün canı sıkılır. O arada Recai müdürüm imdadına yetişir. Cebinden sigara paketini çıkararak:
-“Buyurun müdürüm buradan yakın” diyerek ikram eder.
Sigarasını yaktıktan sonra Şevket müdürüm bana dönerek:
-“Remzi, sen olayla ilgili gelişmeleri yakından takip et, istersen devriyeye de çıkabilirsin” diyerek sigarasını rahat içmek istediğini dolaylı olarak iletir. Bende emir anlaşıldı diyerek karakol amirinin odasına geçip olayla ilgili hazırlanan bilgi notuna son şeklini verip 15-20 dakika sonra yanlarına dönmüştüm. Bu diyalog, -sigara karşıtlığının reflekse/komplekse dönüşüp- bu konudaki hassasiyetimin tavan yapıp sıfır toleransa ulaştığımın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
O yıllarda sigara yasağı ile ilgili herhangi bir yasal düzenleme yapılmamıştı. Sigara ile mücadeleye; hizmet otolarındaki çakmakları söktürerek işe otolardan başlamıştım. Tabir yerindeyse araçlarımız köy dolmuşları gibi tütün kokuyordu.
(Ben yıllarca -ki o yıllarda sigara içmeme rağmen-  otobüslerle seyahat ederken sigara içilmesinin ardından tütün kokusunu defetmek adına kolonya dökülerek oluşturulan daha ağır kokudan hep rahatsız olmuştum.)
Ardından hizmet binamızın görünecek yerlerine hem personele, hem de vatandaşa hitaben aşağıdaki bilgisayar çıktısını astırdım (5):

HİZMET BİNAMIZDA;
 
    (HAVALANDIRMA SİSTEMİ BULUNMADIĞINDAN)

LÜTFEN
SİGARA İÇMEYİNİZ!

İLÇE EMNİYET MÜDÜRÜ


İkinci aracım Doğan SLX’i sıfır almış 3,5 sene kullanıp İncirliova’da birine satmıştım. Hiç sigara içilmeyen aracın vites kolu yanında kül tablası içindeki izmaritleri görünce epeyce afalladığıma eşim şahittir. Ayrıca 1998 Ocak ayında ayrıldığım ilçeye 1,5 yıl sonra gelip İlçe Emniyet Müdürlüğü’nü ziyaretimde ilk baktığım şeylerden biri araçlardaki çakmakların yerinde olup olmadığı, ikincisi duvarlara çerçeveletip astırdığım sigara yasağı ile ilgili yazının kaldırılıp kaldırılmadığıydı. Benden sonra göreve gelen arkadaşımın her iki prensibi devam ettirdiğini görünce mutlu oldum. İlçeden ayrılırken personele yapmış olduğum veda konuşmasında: “Sigara içen arkadaşlarım benim tayinime pek sevinmemiştir!” diyerek ayrılırken bile sigarayı dile getirmeyi unutmamıştım. 
Sigara içmediğim süreçte zorunlu olarak oyun oynama, maç seyretme, toplantı vb. atmosferde pasif içici konumundan kurtulamadım. Eve varınca da palto, kazak, ceket ne varsa balkona koyarak havalanmasını sağlardım.
2003 yılının Mayıs ayı içersinde Erzurum’da görev yaparken, büyük ağabeyimin ciğerlerinden rahatsızlığı nedeniyle İstanbul-Maltepe Süreyyapaşa hastanesine tetkik için yatırılmış olduğunu babamlardan öğrendim. Erzurum Sigorta Hastanesi başhekiminin yardımıyla İstanbul’daki doktorundan durumu öğrenince şok olmuştum. Teşhis ‘Kanser’di! Bir tek şansımız vardı, alınan parçanın ‘Habis’ yani kötü huylu olmamasıydı. Durumu babamlara ve de ağabeyime aktarmadan sabırla tetkik sonucunu bekledim. Sonuç hiç hoş değildi, Habis çıkmıştı. Geriye ameliyatla bölgenin temizlenerek kanserin yayılmasının önüne geçmek dışında bir şey kalmıyordu. Ameliyat öncesinde babamlarla görüşüp çaresizliğimizi paylaşıyor, işin şakası olmadığını anlatmaya çalışıyordum. O süreçte kanser üzerine sayfalarca yazı, makale ve vakaları irdeliyordum. Tüm bilgiler, bilgilendirmeler sonucunda bu işten yırtmanın zorluğu noktasında düğümleniyorduk. Ameliyat konusunda tereddütler, ameliyatta ve sonrasında yaşanan olumlu çizginin ardından yeniden metastaz bizi sona doğru götürerek 15 aylık kanserle olan mücadelemizde yenik düştük. (6)
Sigara konusundaki yaşananları, anıları sayfa sayfa yazmaya kalksak ardı arkası gelmez. O bizim yaşamımıza çocuk yaşlarda girmiş, gençlikte arkadaşlık etmiş, sonrasında hastalıkların vücutta yer tutmasında tetikçi olarak düşmanımız olmuş, bizden kolay kolay vazgeçmeyen bir realitedir.
Şimdiki zamanın çocukları bırakın zula yerlerde içmeyi, aile büyüklerinin bulunduğu ortamda sigara içerken aile büyükleri çevreye ayıp olmasın, yüz göz olmayalım diyerek onun bulunduğu ortamdan ayrılıyorlar. Bırakın sigarayı uyuşturucunun çok çeşidi ilköğretim çağındaki çocuklarımızın çevresine kadar ulaşmış, tehlikenin boyutu sigaranın kat kat üzerine çıkmış, daha vahim bir hal almaya devam etmektedir. Kısacası işin polisiye boyutu aşılmış, sosyal/kültürel/ekonomik boyutu öne çıkmıştır.
Sigara yasağı konusunda ülkemizde 1996 yılında 4207 sayılı kanun ile resmi kamu kurum ve kuruluşları ile toplu ulaşım araçlarında sigara içilmesi yasaklanmıştır. Ancak bu yasaya uyumun sağlanamadığı değerlendirmeleriyle, yasa uygulanamayarak uzun yıllar sumen altında kalmıştır. Bu yasanın 12 yıl sonra yeniden revize edilmesi TBMM’nin gündemine öncelikli olarak alınır.  Ardından 2008 yılının ilk oturumunda sigara yasağı konusunda daha radikal önlemler içeren tasarının genel kuruldan geçişine tüm Türkiye tanık olur. Gelinen nokta bu yeni yasanın uygulama aşamasıdır. Bazı ülkelerde olduğu gibi geçiş süreci (4-18 ay gibi) öngörülerek ardından yaptırımların nasıl olacağı, yasanın uygulanıp-uygulanamayacağını tüm Türkiye olarak gözlemleyeceğiz. (7)
Amacım felaket tellallığı değil. Nasıl olsa yaşam her canlıda olduğu gibi bizim için de bir gün son bulacak, ölümle kaçınılmaz olarak tanışılacaktır. Amaç yaşamımızı kalitelendirip bile bile intihar etmekten kaçınmaktır. “Zararın neresinden dönersek kardır” atasözünde olduğu gibi; sigara içmeye devam edenlere, dostça söylediğim aşağıdaki sözümü tekrarlayarak satırlarıma son vermek istiyorum.
‘Kendinize yapacağınız en büyük iyilik sigara ile en kısa sürede vedalaşmanız, ekonomik, ruhsal ve fiziksel açılardan size geri dönüşüm sağlayacak, yaşamınıza kalite katacaktır. Yeni güne sigarasız başlamak da kendini yenilemek adına bir aşama, bir başlangıç olacaktır.’
Sağlıkla/sağlıcakla kalın…                      

Remzi KOÇÖZ
                                                                                          
Dip Not            :                                                         
(1) Çocukluğum Polis Koleji’ni kazanıp Başkent Ankara’nın yolunu tutana kadar Sakarya-Karasu ilçesi Aziziye mahallesinde geçmiştir.
(2) 2005 yılı içersinde bir akşam Sezai KIDIKOĞLU beni telefonla arayarak “eşi ile birlikte sigarayı bıraktıklarını” açıklamasına ilk etapta inanamasam da kolejden ‘sigara kaderdaşı’ olan arkadaşımın
-geçde olsa-  2004 Temmuzun da sigarayı bırakmasına çok sevindim.
(3) Kemal komiserin uyguladığı fiziki disiplin cezasından kurtulamadık. Sonrasında Koleji bitirip staja başlamadan memleketlere dağılacağımız akşam Mehmet Selvi ile Sakarya caddesinde Bulvara yakın bir büfe önünde bira yudumlarken, caddeden geçen Kemal Yurtsever’in davetimiz üzerine bizlere eşlik etmesi, kolejde disiplin adına yaşananların geçmişte kaldığına bir delaletti. 
(4) Cengiz komisere gelince bizi yakaladığında eşinin yanında olması sayesinde fiziki disiplin uygulamasından kurtulmuş, yıllar sonra Cengiz GİRGİN ile Denizli kadrosunda birlikte görev yaparken ailece bir yemekte Cengiz müdürün sigara ikram etmek istemesi üzerine bu konuyu hatırlatmış, yaşananlara gülmüştük.
(5)  Bu bilgisayar çıktısının bir örneği özel not ve belgelerimi sakladığım dosyamda hala mevcuttur.
(6) 05.08.2004 tarihinde 15 aylık kanserle olan mücadelesinde 51 yaşında yenik düşen sevgili ağabeyim M. Akif Koçöz’ü rahmet ve saygıyla anarken, evlatlarını kendi elleriyle çaresizlik içersinde son yolculuğuna uğurlayan anne-babam gibi tüm ana-babalara da sabırlar diliyorum.  
(7) Sigara içme yasağı kapsamını genişleten, “Tütün ve Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Yasada Değişiklik Öngören” 5727 sayılı kanun teklifi, TBMM Genel Kurulunda 03. 01. 2008 tarihinde kabul edilip 19. 01. 2008 tarihinde de Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.

26.8.19

BEŞ


BEŞ...

            Akıl, irade ve vicdanlarına ipotek koyduran yada koyulmasına sessiz kalan insanlar, özgürlükten yoksun, bağımlı kişiliklere dönüşerek; kendilerine sunulan kimlik ve verilen rol çerçevesinde bir misyon yüklenirler.’

            İnsan yaşamında çocukluktan-yaşlılığa kadar geçen 5 yıllık dönemler önemli bir süreçtir. Ilk olarak 5 yaş bebeklikten çocukluğa geçiş, ilkokulu 5 yılda bitirip, üçüncü 5 yılı tamamladığında 15 yaşında ergenliğe ulaşılarak çocukluktan gençliğe geçiş. Dördüncü, beşinci, altıncı 5 yıllık dönemler olan 20-30'lu yaşlar ise; mezuniyet, işe başlama, askerlik, evlenme gibi geçiş dönemidir. Benim açımdan dördüncü 5 yıl işe başlama, Beşinci 5 yıl 25 yaş askerlik, altıncı 5 yıl 30 yaş yuva kurma- baba olma dönemleridir. sonraki 5'li yıllar ise gençlikten yetişkinliğe geçiş evresidir.

Bizim dönem için özel anlam taşıyan 82 mezunları albümü  sonunda; “her 5 yılda bir araya gelme” temennisi yer almış olsada ancak bu buluşma 20 ve 30. yıllarda gerçekleşebilmiştir. 5 yıl polis mesleğinin yıpranma süresidir. 20 yıllık görev süresine 5 yıl eklenip 25 yıla tamamlanarak emeklilik hakedilir. 1978 yılında memuriyetimiz başladığından 1998 yılında 20 yıl geride kalmış, emeklilik hak edilmiştir. Kayıpları olmayan arkadaşlar açısından 4. sınıftan 3. sınıf emniyet müdürlüğüne geçiş yani şube müdürlüğü görevine  fiilen bakılan dönemdir.

Yukarıda açıkladığım çerçevede meslek içersinde 5'li yıllar benim açımdan hep var olmuştur. İlk görev yerim Çanakkale'de 5 yıl (1982-87 yılları) kalırken,  ayni yıllarda 5 yıl komiser yardımcısı olarak görev yaptım. Ardından Komiserlik rütbemde de (1987-1992 yılları arası) 5 yıl görev yaptım.
(O yıllarda 3 yıl olan rütbe sürelerini göz önüne alacak olursak, rütbelerdeki kayıp yılları, yaşadığım sıkıntıları, yapılan haksızlıkları, kayırmaları ve adaletsizlikleri emniyet teşkilatına egemen olan bu zihniyetin vicdanlarına havale ederken; Kişi açısından hak olan şeylerin geçersiz gerekçelerle verilmemesi ya da uzun bir süre geciktirilmesi insanlarda maddi-manevi tahribat şeklinde mağduriyet yaratacaktır. Zamanından sonra verilecek haklar ise şekilden öteye gitmeyecek; geciken adalet, adalet olmayacaktır.)

1991 yılının son çeyreğinde yapılan yeni düzenleme sonrası uygulamada yaşanan sıkıntıların giderilerek, haksız uygulamaların telafisi sonucu gecikmeli olsa da haklarımın tarafıma iadesiyle 1992 yılının 6 ayını komiser, 5 ayını başkomiser, 1 ayını da emniyet amiri olarak tamamlayarak      -olmazları başarıp- 3 rütbeyi tam tamına 1 yıla sığdırdım. Başkomiserlik ve emniyet amirliğini        -mülakatın kaldırılmış olduğu- sınavlarla geçip sonraki müdürlük rütbelerimde süre açısından bir sorun yaşamadım.
(1988 yılında getirilen sınav sistemi ile Test, Atış, Sporda (40) puan üzerinden (35) puan ortalaması ile 20. sırada iken mülakattan (0 puan), kuruldan da (-10) puan verilerek sicil not ortalamasının da (90) puanın altında olması sonucu 220. sırada kendinizi bularak terfiniz engellenir. Bu sınav sisteminin haksızlıklara/sıkıntılara sebep olmasının 2 yıl sonrasında mülakat ve encümen aşamaları kaldırılmış olsa da; bu kaotik sistemi yaratanlar, uygulanmasına katkı sağlayanlar vede iltimas geçilenler ödülü çoktan hak etmişler, hakkaniyet anlayışlarından dolayı da ileriki yıllarda makamlarla ödüllendirilmişlerdir.)

Yedinci 5 yılımda 35 yaşımda emniyet amirliğinden müdürlüğe, ardından müdürlük rütbelerinde geçen iki 5 yıllık süre sonunda yaşamımın dokuzuncu 5 yılında, 45 yaşında 1. sınıfa terfi ederek gençlikten yetişkinliğe geçiş yaptım.  

En son rütbemiz 1. sınıfa,  2005 yılında terfi sonrası onuncu 5 yıllık dönemde göz açıp kapanıncaya kadar  geçmiş, yıl 2010 olmuş yani bugünlere gelinmiştir. Gelinen noktada geriye yaş haddinden emekliliğe iki 5 yıllık dönem daha kalakalmıştır.
            Bu arada  “meslek derecelerinde fiilen 5 yılını dolduran 1. sınıf emniyet müdürleri, … emekliye sevk edilebilir.” hükmü gereğince 1. sınıfa terfi sonrası 5 yıllık zorunlu emeklilik süresini de doldurmuş olacaktık.  Neyse ki bizim şansımıza o madde anayasa mahkemesine takılarak ardından 2004 yılındaki yasal değişiklik sonucu yürürlükten kaldırılmıştır.
           
Emeklilik sonrası geçecek 5’li yıllar ise yaşlılığa geçiş dönemleri olacaktır. Tabi insan ömrü ne kadar süreceği belli olmaz; 5 yıl, 5 ay, 5 hafta, 5 gün, 5 saat, 5 dakika, 5 saniye, 5 salise sürmeyebilirde!

            Son 5 yıla çok şey sığdıran  polis okulu, il emniyet müdürlüğü, daire başkanlığı gibi görevlerde kesintisiz kalan arkadaşlarımız olmuştur. Tabi şansları yaver gider -şimdilik yasal herhangibir engel bulunmamakla birlikte- performanslarını devam ettirebilirlerse, siyasi otoriteyle iletişimlerini koparmazlarsa; bulundukları ünvanlardan/makamlardan emekliliğe geçebileceklerdir. Belkide vali olarak atanıp bir 5 yıl daha görevde kalıp, 60 yaş barajını 65 yaşına kadar 5 yıl uzatarak fark atacaklardır. Sonrasında siyaset arenası neden olmasınki!

            Bulunduğumuz yerden geriye doğru baktığımızda neler yaptığımızı, neler yapamadığımızı, neler ertelediğimizi, neler ötelediğimizi filtre ederek, anılaştırma şansına sahip olabileceğiz. Bundan sonraki süreçte yarınları uzun uzadıya planlamak/programlamak yerine bugünü yani anı yaşamak esas olacaktır.

            Onun için divan edebiyatı şairlerinden Baki’nin: "bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş" mısrasında olduğu gibi, ‘neler yapamadığımız’ değilde ‘neler yaptığımız’ iz olarak kalacak ve bizlerden sonraki nesillerce hatırlanacaktır. Yoksa "beyhude geçti ömrüm, ah ile vahtan  başka ..." şeklinde söylenerek, dövünmenin bir anlamı olmayacaktır.  (Temmuz / 2010)

Remzi KOÇÖZ
           

BAĞIMSIZ KOLLUK


“BAĞIMSIZ KOLLUK ŞİKÂYET MEKANİZMASI”

            AB müktesebatı ve Eşleştirme Projesi Çerçevesinde Türkiye ile İngiltere   İçişleri Bakanlıkları arasında yürütülen “Kolluk Denetim Kurulu” ya da  “Bağımsız Kolluk Şikayet Mekanizması” adlarıyla isimlendirilen çalışmalar 2007 yılından buyana yaklaşık iki yıldır sürdürülmektedir. Bu proje çerçevesinde İngiltere’den gelen uzman kolluk personeli ile İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişleri, Jandarma, Sahil Güvenlik ve Emniyet Genel Müdürlüğünden de Başmüfettiş ve uzman personelin katılmış oldukları üst düzey paydaş toplantıları gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de uygulanan sistem artıları ve eksileri ile masaya yatırılarak kolluk dışarısından da sivil toplum kuruluşları diğer ilgili kurum ve kuruluşlarla, kişilerle görüşmeler adı altında bir istişare süreci gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda AB ülkelerindeki uygulamalara ilişkin bu ülkelere (İngiltere ve Portekiz) çalışma ziyaretleri gerçekleştirilirken, Ankara da merkez teşkilatlarına bilgi edinme ziyaretleri; pilot iller (İstanbul, İzmir, Mersin, Trabzon, Van) tespit edilerek benzer ziyaretler bölgesel düzeyde; STK’lar, sokak çocukları, Çingeneler, madde bağımlıları gibi odak grupları tespit edilerek İstanbul’da da benzer ziyaretler sürdürülmektedir. Bu projenin finansörlüğünü AB karşılamakta olup amacı; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının şikayetlerinin tarafsız, etkin, hızlı ve adil olarak soruşturulmasını sağlayacak yeni bir sistemin oluşturulmasıdır.
            Bu çalışmalar kapsamında 2009 yılı başlarında “Türk Ulusal Polisi ve Jandarması için Bağımsız Bir Kolluk Şikayet Komisyonu ve Şikayet Sistemi Eşleştirme Projesi” genelinde “İstişare Belgesi” kitap halinde hazırlanarak bu paralelde hazırlanan anket broşürü birlikte dağıtılmış ayrıca internet ortamına da atılmıştır. İstişare süreci olarak ankete katılım 21 Ocak / 27 Şubat tarihleri arası dijital olarak internet ortamında ve posta yoluyla gerçekleştirilmiş olup sonuçları henüz açıklanmamıştır.
Türk ve İngiliz İçişleri Bakanlıklarının işbirliğiyle uygulamaya konulan Bağımsız Kolluk Şikayet Sistemi'nin, Toplumsal ve küresel gelişmelerin neticesinde Türk kamu yönetiminde Bu ihtiyacı karşılamak için İngiltere'de 2004'ten bu yana kurulu Bağımsız Polis Şikayetleri Komisyonu'nun (IPCC) bir benzeri olan Bağımsız Kolluk Şikayet Sistemi'nin Türkiye'de kurulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Projenin amacı Türkiye’nin idari kapasitesinin AB üye devletleri seviyesine ulaşabilmesi için bağımsız bir kolluk şikayet mekanizmasının kurulması yönündedir. Türkiye’nin AB ile imzaladığı Katılım Ortaklığı Belgesi de bu projeye yeşil ışık yakmaktadır.
Projenin genel felsefesi ve sloganı ise; “kolluk hizmetlerinde tutarlılığın ve adaletin sağlanması; halkın hakkının, kolluğun itibarının korunması” şeklindedir.
Yeni sistemin getireceği iki yapılanmadan birincisi; AİHS’nin 2 ve 3. maddelerinin ihlaline ilişkin konular öncelikli olmak üzere, tüm kolluk şikayet sistemi üzerinde gözetim, değerlendirme ve denetim yetkisine sahip olacak olan “Kolluk Gözetim Komisyonu”, İkincisi ise kolluğa yönelik ciddi şikayetleri bağımsız olarak soruşturacak Mülkiye Başmüfettişlerinden oluşan bir “Uzman Müfettişler Grubu” oluşumudur.

Kolluk Kuvvetleri Etik İlkeleri:
Proje kapsamında, "Meslek Standartları Etiği" çerçevesinde 2 Kasım 2007 tarihinde İçişleri Bakanlığı Yönergesi olarak 9 başlık ve 52 maddeden oluşan "Kolluk Kuvvetleri Etik İlkeleri" metni yayınlanmıştır. 
Etik konusunda; Cumhuriyetin ilk yıllarında 1934 yılında çıkarılan ve kendisine yetki veren 2559 sayılı kanunun ilgili maddelerinde ve buna paralel yayınlanan Talimatname'de ("Polisin Merasim ve Topluluklardaki Rolüne ve Polis Karakolları Teşkilatlanmasına Dair Talimatname" Madde 54-Polisin Ahlaki ve Manevi Vasıfları); bugün Kolluk Etik ilkeleri olarak adlandırılan 52 maddelik genelgenin içeriği 15 madde halinde yayınlanmış olduğunu, hatta bu nitelikler Polis yıldızının 8 köşesinin aralarına birer çizgi ile yerleştirilerek eğitim kurumlarında ve Polis birimlerinde personele şemalar/panolar şeklinde duyurulmuş olduğunu, tıpkı İngiliz hukukunda her şeyin yazılı olmadığı gibi Türk polisinin de etik ilkeleri göğsündeki, şapkasındaki polis yıldızı ile yüreğinde/ruhunda taşıdığını, polisin bu ilkeleri meslek öncesi ailesinden alarak okullarda ve meslek içersinde pekiştirdiğini ve etik konusunda meslek disiplininin önem arz ederek personel üzerinde bir ruh oluşturduğunu özellikle vurgulamak istiyorum.
Tek başına, yazılı kurallarla personele etik ilkelerini tebliğ ederek davranışlarını düzenlemelerinin beklenemeyeceği, olumlu sonuca ulaşmak için önemli olan bu ruhun oluşması gerektiği, mesleğe alınma ve okullarda eğitim aşamasında ve meslek içerisinde bu ruhun kazanıldığı/kazanılacağı, Türk toplumu olarak Aile eğitiminde de bu konuların verildiği, aslında etik kuralların sadece Polis açısından değil iyi bir yurttaş olmanın gereklerinden olduğu, uygulamada aksayan hususların zaman içersinde hizmetiçi eğitim ve bilgilendirmelerle aşılacağıdır. Bu ilkeleri kazanamayan, benimsemeyen, aksini uygulayanlar olduğunda da idari ve adli yönden cezalandırılacağıdır.
Etik ilkeleri ihlal eden personelin, Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü gereğince disiplin yönünden, konusu suç teşkil eden ihlaller konularında da CMK kapsamında soruşturma yapılarak TCK maddeleri gereğince Adli yönden cezalandırıldıklarını, etik ilkeler konusunda karşılaşılan ihlallerde Kolluk yetkilisinden Mülki Amire, Cumhuriyet Savcısından TBMM'ye kadar vatandaşların şikayet edebilecekleri bir prosedür uygulanmaktadır.

Etik ilkeler konusundaki ihlallerin disiplin soruşturması çerçevesinde meslekten ihraca kadar ağır bir şekilde cezalandırıldığı, konusu adli suç kapsamına giren hususların da benzer şekilde cezalandırıldığı, Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğündeki belirli maddelerin bu tür ihlalleri birebir olmasa bile cezasız bırakmadığını, "Görev sırasında veya dışında yasaklanan tutum ve davranışlarda bulunmak", "Hizmet dışında ve içersinde resmi sıfatın gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak" maddelerinin torba madde olarak kullanılmakta olduğu/olacağı aşikardır.

Anket Sorularına Cevap Olarak Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizmasına Bakış:
Gözetim Komisyonu'nun üyelerinin resmi sıfat taşımaları nedeniyle hiyerarşik bağlamda mevcut kurullardan çok daha bağımsız olabilecekleri düşünülemez. Amaç bağımsızlık ise yeni bir kurul yerine mevcut kurulların daha güven içersinde çalışmalarına yönelik düzenlemelerle destek verilebilir.
Yeni bir kurul oluşumunun güvensizliği pekiştirmekten başka bir amaca hizmet etmeyeceği; aslolan işleyen sistemin aksayan yönlerinin, tıkanıklarının giderilmesine yönelik tedbirlerin alınmasıdır. Kolluk görevlisinin sebep olduğu ihlalin/ihmalin dile getirilmesi yeterlidir. Önemli olan bu ihlalin/ihmalin objektif bir biçimde incelenmesi, soruşturulması ve sonuçlandırılmasıdır.
Görevde personelin ihmali ikinci, üçüncü şahısların mağduriyetine sebep oluyorsa, kamuya/otoriteye güveni sarsıyorsa,  kasıt ve keyfiyet içeriyorsa ki bunun anlaşılabilmesi için ilgili personelin tarafsız, adilane, eşit olarak soruşturulması,  hukuk çerçevesinde hareket edilmesi gerekmektedir. Koruma, kayırma, kollama, saklama, örtme gibi mekanizmaların önüne geçilerek istisnalar yaratılmaması için açıklık/şeffaflık daha da öne çıkarılmalıdır.
Soruşturmanın objektif bir şekilde yapıldığını hissettirmek, güven sağlamak açılarından ise sonuçlarının taraflara geri dönüşümü sağlanmalıdır. Anayasa güvencesindeki temel hak ve özgürlükler, kişi hak ve hürriyetleri, insan hakları ilke ve prensipleri ile Hukuk çerçevesinde hareket edilmesi sağlanmalıdır.
Tüm kamu görevlilerinin hesap vermeleri, soruşturulmaları işin doğası gereği zamanında, hızlı bir şekilde sonuçlandırılarak etkin olunmalı, istismarlara meydan verilmemelidir. Kurumun en alt amirinden başlayarak en üst amirine kadar hiyerarşik yapı içerisinde gözetim ve denetim yetkileri kullanılmaktadır. Ancak üst amirlerde ki yetkilerin daha geniş olduğunu söyleyebiliriz.
Kolluğa ve kamuya güven yeni kurulacak oluşumlarla kolay kolay sağlanamaz. Her yeni oluşum sistem olarak ayni hizmeti veren eskisi gibi yıpranarak zamanla işe yaramaz hale gelecektir. Bu durum kamuya olan güveni artırmak yerine daha da azaltacaktır. Önemli olan mantalite yada bakış açısını değiştirerek insan hakları ihlallerini en aza indirgeyecek önlemleri alarak, gerekirse eğitim sistemini bu çerçeve içerisine oturtmalıyız. Yani suçlularla uğraşmak yerine önleyicilik üzerine yoğunlaşmamız gerekmektedir.
İmaj ve itibarın sağlanabilmesi için bilinç seviyesinin artırılmasına öncelik verilmelidir. Bilgi sahibi olmak yeterli değildir. Önemli olan onu eğitimle pekiştirip yaşam biçimi haline getirerek uygulamada davranış olarak sergileyerek insan hakları ihlallerini en aza indirgeyebiliriz. Eğitsel faaliyetlerin artırılması ile profesyonellik yönünde iyileştirmeler yapılmalıdır. Profesyonel bakış açısı yaratılarak personelin kendini denetlemesi yani otokontrol sağlanmalıdır.
Ulusal/Uluslararası Etik Kodları konusunda konferans, seminer, sempozyumlar düzenlenmeli ve eğitsel faaliyetlerin artırılması yönünde iyileştirmeler yapılmalıdır. Kamuoyu araştırması ve anket çalışmalarına önem verilerek belirli periyotlarla "Sokak/ Vatandaş gözüyle Polis", “polisten beklentiler” gibi konular masaya yatırılmalıdır.

İstişare Anketine Katılımlardan Oluşturulacak Sisteme Karşıt Düşünceler:
  • Mevcut Disiplin Kurulları ne kadar siyasi etki altında ise kurulması düşünülen Gözetim
Komisyonunun daha fazla etki altında kalacağı düşünülmektedir. Zira Gözetim Komisyonu üyeleri Bakana yani siyasi merciye daha yakındırlar.
  • Bağımsızlık için alınacak tedbirlerin, mevcut komisyonlar için de alınabileceği
düşünülmektedir. Başka bir ifadeyle bağımsızlığı zorlamaya kalkışanlar, karşılarında yasal engeller bulabilmelidirler.
  • Bazılarının görevi ihmal suçu ile yargılanırken, diğer bir kısmının masumane duygularla
soruşturma kapsamı dışında bırakılmaması gereklidir. Herkes için istisnasız işlem başlatılmalı, başvuru sahiplerine cevap verilerek açıklık politikası uygulanmalıdır. 
  • Sorunların çözümü için denetleyeni denetlemek, o da yetmezse daha üst bir denetleme organı
oluşturmak yeterli addedilemez. Kolluk kuvvetleri mensupları, insan haklarının önemi konusunda yeterince bilinçlendirilmedikçe ne kadar denetleme organı kurulursa kurulsun sonuç elde edilemez.
  • İmaj ve itibar; insana değer verme gereği bilinciyle artar. Eğer kolluk kuvvetleri
mensuplarına insana değer verme bilinci yerleştirilirse mevcut komisyonlarla da bu sorunlar halledilmiş olur.  Zira eğitim, olmazsa olmazlardandır. 

o   Bu görevlerin farklı bir komisyonun görev alanına dâhil edilmesi,“tüm şikâyetlerin
izlenmesi, etkinlik, şeffaflık ve hesap verilebilirlik” konularında daha farklı bir uygulamaya yol vermez.
o   Söz konusu bağımsızlığın sadece “komisyon üyelerinin kolluk kökenli olmaması” noktasında
belirlendiği görülmektedir. Bu bir bağımsızlık ölçütü değildir.
o   “Dış etki ve müdahaleden uzak olma” sorunu, idarenin işleyişi ile ilgili genel bir sorundur.
o   Yapılan düzenleme, işlerin “bir teftiş kurulundan alınıp başka bir teftiş kuruluna verilmesi”
boyutunu pek aşmamaktadır.
o   İlgili kolluk örgütünün bir iç işleyiş ve disiplin sorununa, Kurum dışı müfettişlerin
yaklaşımları eksik olacaktır. 
o   Şikayetlerin takibi ile ilgili zaten yeteri kadar yasal gözlem yetkisi kullanılmaktadır: idari ve
hiyerarşik denetim, dilekçe hakkı, idari soruşturmalar, adli yargı yolu, idarenin yargısal denetimi vs. Tüm bu mekanizmalar, birbirlerini tamamlamak ve birbirleriyle ilişkili olmak bakımından entegre bir bütünlük oluştururlar. Proje, sanki bu mekanizmalar yokmuş gibi bir izlenim yaymaktadır. Yeni düzenlemedeki gözlem yetkisi, dar veya geniş olmaktan öte, mevcut sistemin entegre özelliği dikkate alındığında, eksik kapatıcı bir mahiyette değildir. Yani ihtiyaç duyulan, eksiği hissedilen bir yetki değildir.
o   Güven artıracağı, imaj ve itibar güçlendireceği öngörülen bu yeni düzenleme ve onun
kurumları, birdenbire eleştirilerin ortasında kendini bulabilir.
o   Türkiye’de zaten çok yönlü bir denetleme mekanizmasının altında çalışan kolluk örgütlerinin
faaliyetlerinin yeni bir denetleme modülüne tabi kılınmasının, bir sistem gereksinimi olduğunu düşünmek zordur. AB müktesebatında önceden belirlenmiş bir yapı veya standart bulunmamaktadır. Türkiye’de kolluğun hiçbir faaliyeti denetimden vareste tutulmamıştır. Eğer mevcut sistemin yetersiz kaldığı düşünülüyorsa, yeni modülün bu yetersizliğin üstesinden geleceğini öngörmek çok zordur.   

Proje ile ilgili olarak özet bilgi sunduktan sonra mevcut uygulamayı da özetlemek gerekmektedir. Ülkemizde Genel kolluk (Emniyet, Jandarma, Sahil Güvenlik) personeli aleyhine yapılan şikayet ve iddiaları incelemek ve soruşturmak için kendi sistemleri bulunmaktadır. Teftiş kurulları da bu sistemin ana unsurlarından birisidir. Şikayet ve iddialar direk ya da dolaylı yoldan intikal eder etmez muhakkik ya da müfettiş tarafından öncelikle incelenerek sübut emarelerin mevcudiyeti halinde soruşturulur. Ardından kişi/kişilerle ilgili Adli, İdari, mali sonuçlar doğurabilecek raporlar C.Savcılıkları, Disiplin kurulları gibi ilgili mercilere gönderilir.

Mevcut sistemin işlemeyen, aksayan yönleri olmuştur, olmaktadır, yeni kurulacak sisteminde olacaktır. Sistemin işlerliğine -aksayan yönlerini de masaya yatırarak- katkı sağlamak amacıyla aşağıdaki hususları genel olarak sıralayabiliriz:

  • Emniyet Teşkilatımızın açık şeffaf ve hesap verebilir bir yapıda ve anlayışta görev yapması
tüm mensuplarımız tarafından arzu edilen bir husustur. Gerek görev esnasında gerekse görev dışında meslek mensuplarımızca işlenen suçların soruşturulması Türk Hukuk sisteminde belli kurallar bütünü içinde oluşturulmuştur. Genel hükümler çerçevesinde yapılan adli soruşturmalar ile idare hukuku alanına giren idari soruşturmaların şekil ve esasları değişik mevzuatta yerini bulmuştur. (CMK, TCK, Devlet Memurları Kanunu, 4483 sayılı kanun, İdari Yargılama Usul Kanunu, Emniyet Teşkilatı Kanunu, Disiplin Tüzüğü ve ilgili yönetmelikler)

  • Emniyet Genel Müdürlüğü uhdesinde oluşturulan Teftiş Kurulu Başkanlığı yukarıda sayılan
mevzuat doğrultusunda teşkilatın periyodik teftişi dışında tüm soruşturmalarını yürüten bir birimidir. Bu birimde görev yapan Polis Başmüfettişi unvanına sahip olan yetkililer, teşkilatın birinci sınıf emniyet müdürü rütbesine yükselmiş ve yaklaşık 25 yıllık mesleki deneyimleri bulunan liyakatli yöneticilerdir. Başmüfettişlerce yapılan soruşturmalar değişik kademelerden geçtikten sonra bir sonuca ulaşmaktadır. Sırasıyla, kurul içinde hukuk formasyonuna sahip bir başmüfettiş tarafından incelenmesi, disiplin kurullarınca hazırlanan dosyanın incelenip karara bağlanması, itiraz edilmesi halinde idari yargı tarafından incelenmesi aşamalarından geçmektedir.

  • Dolayısıyla bu süreç yapılan inceleme ve soruşturmalarda adam kayırma, taraf tutma gibi
olumsuz sonuçlar yerine tamamen objektif bir yapıda hukuki bir karar vermeyi gerektirmektedir. Önemli ve karmaşık olaylarda konunun soruşturulması amacıyla İçişleri Bakanlığı doğrudan Mülkiye Başmüfettişlerini görevlendirdiği gibi Polis Başmüfettişleri ile birlikte görevlendirme de yapmaktadır.

  • İdari soruşturmaların yargı denetimine tabi olması, soruşturmalar nedeniyle verilen kararların
şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılması, eldeki istatistiklerin gerek basın gerekse talep eden şahısların hizmetine sunulması mevcut sistemin objektif bir şekilde çalıştığının göstergeleridir.

§  Ülkemizde genel hatlarıyla kara Avrupa’sı hukuk sisteminin esasları benimsenmiş ve uygulana gelmiştir. Fransa, İtalya, Almanya, İsviçre gibi ülkelerden esinlenerek hazırlanmış olan kanunlarımız anlayış ve sistem itibariyle İngiltere’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelerce uygulanan Anglo-Sakson Hukuk sisteminden farklılık göstermektedir.

  • Avrupa Birliği Müktesebatı çerçevesinde yürütülen çalışmalar içinde yer alan “Bağımsız
Kolluk Şikayet Mekanizmasının” bu birlik için de bile sadece 4 ülkede uygulanması konunun çok yeni olduğunun bir göstergesidir. Projeyi yürüten İngiltere’nin bile söz konusu mekanizmayı 2004 yılında kurmuş olması sistemin genel kabul görmediğini göstermektedir. Uygulayan ülkelerde de henüz olumlu/olumsuz bir değerlendirmeye ulaşılamamıştır.

Sonuç:
Tüm bu gerekçeler çerçevesinde, sistemin; daha etkin ve çağdaş soruşturma ilkelerine dayalı bir yapıya kavuşturulmasında fayda görülmekte ise de;
Avrupa Birliği Müktesebatı çerçevesinde yürütülen çalışmalar içinde yer alan “Bağımsız Kolluk Şikayet Mekanizması”nın yapılandırma çalışmaları, mevcut sistemin haricinde hem bürokrasiyi artıracak hem de mali külfet ve idari yapılanmada kargaşalık yaratacak bağımsız yeni bir üst kurulun ve mekanizmalarının oluşturulması sisteme bir yarar sağlamayacaktır.
Bunun yerine mevcut sistemin aksayan yönlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik, bağımsız organlarca/uzmanlarca yapılacak ölçme, değerlendirme çalışmalarında fayda vardır. Böyle bir çalışma mevcut soruşturma (denetim/teftiş) sistemimizde, içeriden görülemeyen aksaklıkların tespit edilmesini; elde edilen veriler sonrasında da revize/rehabilite edilmesini sağlayacaktır.
Ancak; yapılacak düzenlemelerle -mensuplarınca, hep ‘sahipsiz’ olduğu değerlendirilen- Kolluk gücünün siyasal ve benzeri diğer yerel etkilere açık hale gelmekten korunması gözden kaçırılmaması gereken bir husustur.
Aslolan kolluk gücünü kullanan kurumların hizmet sunduğu toplum tarafından gözetlenmesi/denetlenmesidir. Kolluk personelinin davranışlarının memnuniyet ya da memnuniyetsizlik olarak geri bildiriminin sağlanması sonucu gerçek şeffaflık için gerekli zemin sağlanarak, istenilen değişim/gelişim yakalanabilecektir.

Remzi KOÇÖZ


24.8.19

BOYKOTTAN KADROYA (1978-79)


            Boykot Sonrası Kadro Günleri (1978-79)

        Polis Enstitüsü 1978-79 öğretim yılının başladığı ilk hafta, yeni yönetmeliğe karşı Enstitü 3.sınıfların -özellikle evci çıkması yasaklanan evli ve kadrolu öğrencilerin- yatılı öğrenime tepkisi ile başlayan boykot geceyarısı sona erdirilip, okul tatil ediliyor ertesi gün birer Kırıkkale tabanca zimmetlenerek geçici görevle -18 yaşlarında bir genç olarak daha öğrenciliğin ne olduğunu anlamadan, daha asaletimiz tasdik olmadan, 1.haftamızda okuldan uzaklaştırılıp- polis memuru olarak kadrolara gönderiliyoruz. Ben, İbrahim DEMİRCİ ve Mehmet BAŞAR (79’lu) ile birlikte 3 kişi Sakarya ilini tercih ediyoruz.
           Sakarya İl Emniyet Müdürü Gültekin DEMİR bizleri dinleyerek dikkatli olmamız hususunda bizi uyarıyor. Ardından 2. Şubede (Asayiş) Araştırma kısmında (hırsızlık ve gasp ağırlıklı) çalışıyoruz. Bir hafta gece bir hafta gündüz ekibinde 12/12 çalışıyorduk. O dönem Emniyet Müdürü makamı ve idari birimler Valilik binasında, 1 ve 2. Şubeler (Siyasi-Asayiş) ise Garın karşısında bulunan karakol üzerinde idi. O karakolun amiri ise 83’lü Metin TANIŞ’ın babası idi. (Staj dönemimizde görev yaptığımız her iki bina 1999 depreminde yıkılarak tarih olmuştur.)
            Şube/kısım amirlerimiz -Hulusi Kentmen görünümlü- Başkomser Behlül ile -şu anki Göçmen Kaçakçılığı Dairesi Başkanı 91’li Özer KORKMAZ’ın babası- Komiser Hidayet KORKMAZ babacan adamlar idi. O dönem görev yapmış olduğumuz personelden Ayhan, Bekir, İsmet, Bayram, Fehamettin, Ali hatırda kalan isimler… Sakarya ili ve çevresinde uçan kuştan haberleri olduğu gibi ilin asayişi bu isimlerini saydığım 8-10 amire/memura emanetti. Hem saygındılar hem de suçluların korkulu rüyaları idiler. (Ali AKYILDIZ ile komiser yardımcısı olarak Çanakkale ilinde yollarımız çakışıyor, birlikte aynı kadroda görev yapıyoruz.)
              Mehmet BAŞAR abimiz il merkezine yakın köylerden. İbrahim’in ailesinin bulunduğu yer il merkezine 10 km uzaklıkta Karasu yolu üzerinde Göktepe köyü. Benim ailemin bulunduğu yer Karasu ilçesi ise Sakarya nehrinin Karadeniz’e döküldüğü sahilde, merkeze 50 km uzaklıkta. Her ikisi yakın mesafe olmaları nedeniyle ailelerinin yanında kalırken, bense 50 km’lik yolu her zaman göze alamıyor, bazen şubede yatıyor, bazen de Karasu’ya gidiyordum. (Zaman zaman il merkezinde oturan akrabalarda/dayımın kızında kaldığım olmuştur. Bu süreçte birkaç kez kendi abilerimle de İstanbul’a gezmeye gittiğimi ve Baltalimanı’nda kaldığımızı hatırlıyorum.)
         İbrahim okul takımında boksör olarak spor yapmanın sonucu yumruğu ve bileği güçlü bir arkadaşımızdır. Ancak fizik olarak güçlü olmasına rağmen -bana göre daha sakin ve soğukkanlı-kolay kolay fiziki mukavemete başvuran bir kişilik sergilemediği gibi agresif bir davranışını da görmemiştim. Ancak, bu süreçte kendisine yapılan şakalara/lakaplara/hitaplara karşılık kroşe ile karşılık verdiğine dair istisnalara tanık oldum.
         İbrahim ile birlikte ilk şoförlük merakımızı şubeye ait sivil renoyu kullanarak gidermeye çalışıyorduk. Daha doğrusu İbrahim’in babasının kamyonu olması nedeniyle şoförlüğü iyi idi. Gece ekip olduğumuzda geç saatlere doğru İbrahim’in kullandığı ekip otosu ile köye gidiyor, bir nevi hava atıyor, dönüşte ise yer yer benim kullanmamı sağlıyordu. O nedenle diyebilirim ki ilk şoförlük ustam İbrahim’dir. (Gerçi daha öncesinde halamların/dayımların traktörünü kullanmıştım.) 
İbrahim’in babasının o günlerdeki rahatsızlığı nedeniyle bir akşam -İbrahim kaptan ben muavin olarak- kamyonları ile İstanbul’a Rumeli yakasında bir yere yük götürüp boşaltırız. Dönüşte Anadolu yakası istikametinde Boğaz köprüsünü sabahın ilk ışıklarında geçer geçmez bir trafik ekibi bizi durdurur. İbrahim’in ehliyeti vardır, ancak ağır vasıta için yetersiz olması nedeniyle kendimizi/kimliğimizi tanıtmak durumunda kalıyoruz. Trafikçiler ilk etapta bizim durumumuzu (Polis olarak) biraz garipseseler de dikkatli seyretmemizi öğütleyerek yola devam etmemize izin verirler.
            Kadro yaşamı olarak, Sapanca ilçesinde İbrahim’le alıcı kılığına girip pazarlık sonrası kaçak mermi ve malbora sigarası ele geçirişimiz ilk yaşadığımız polisiye heyecanlardan. İl merkezindeki gizli kumar yerleri, randevu evleri, kaçak-göçek, gayri meşru mekanlar da operasyonlar yapıyoruz. Ayrıca pazar yeri ve pasajlardan hırsızlık olaylarında başarılı oluyoruz. (Şube/kısım amirlerimiz icraatlerimiz nedeniyle telsiz anonslarında bizi gözlerimizden öperler!) Hem genç hem de farklı imaj oluşturmamız nedeniyle kimse bizim polis olduğumuza inanmıyordu. Bu nedenle de kısa süreli de olsa yukarıda saydığım olaylar çerçevesinde hem ilin asayişine katkı sağlamış, başarı grafiğini yükseltmiş hem de mesleğimizin hakkını vermiştik.
            Bir gece nöbetimiz esnasında Sakarya'nın en önemli camisi ve sembollerinden biri olan tipik Osmanlı eseri Tozlu Camiî yangınında görev alırız. İtfaiyenin müdahalelerine rağmen yangın uzun süre söndürülemez. Yangının söndürülememe sebebi olarak da camii altındaki dükkan/depolardaki yağların yanmasından kaynaklı olduğu söylenir. O yıllarda yağ-şeker gibi ürünlerde karaborsacılık ve stokçuluk yaygındır. Deposu ve imkanı olan toptancı esnaf denetimin zor yapıldığı yıllarda bu yolla köşeyi dönme hevesindedir. O gece günümüzde de “Müslüman” görünümü olarak sunulan ve moda olan sakallı/şalvarlı/takkeli birinin “Allah’a uzanan eller yanıyor” şeklindeki sözlerini feryat şeklinde duyuyorum. İlk etapta dindar bir insan olarak ibadet yerinin yanmasına üzüldüğünü, hayıflandığını zannediyorum. Sonradan adamın camii altında bulunan depolardan birinin sahiplerinden olduğunu öğrenince, adamın stokladığı yağlarının yanması nedeniyle can havliyle mallarının derdinde olduğunu anlayınca, bende uluorta; “Ne Allah’ı be! Sen mallarının derdindesin, Allah adamı böyle inim inim sızlatır” diyerek tepkimi gösteriyorum. (1999 Depreminde Uzun Çarşının kuzeyindeki bu caminin yıkıldığını, yıkılmasının başlıca sebebinin depremden önce -yani görev nedeniyle tanık olduğum 1979’da- büyük yangın geçirdiğini, depoda yağlar falan olduğunu, O kısımların aşırı yandığından betonu zayıflattığını ve depremde güney köşeye doğru yattığını yıllar sonra öğreniyorum. Sonrada kendime soruyorum bir türlü cevabını bulamıyorum: Bir ibadet yeri ve kutsiyeti olan camiler -altı/üstü/yanı farketmez- niçin ticarethane olarak kullanılıyor. Buna hala niçin müsamaha gösteriliyor. Nedir bu para/rant hırsı?) 
          O dönem tüm ülkede olduğu gibi Üniversite öğrencilerinin sağ-sol kavgaları Sakarya’da da yaşanıyordu. Bir süre şehir dışında bulunan Akademi/fakülte kampusunda görev aldık. Olaylara müdahale eden resmi toplum polisinden (sivil ve sakallı olduğumuz için bizi tanımayıp öğrenci zannediyorlar) jop yememiz cabası oluyor! Bir keresinde de şubenin merdivenlerinden çıkarken ortaokuldan aynı sokaktan yakın arkadaşımı siyasi şube ekibince elleri kelepçeli olarak götürülürken tanık olmuş, ancak neden/niçin alındığını soramamış sadece bakakalmış, bir şey yapamamıştım! Şehir merkezinde tek tük öğrenci protestoları dışında anarşi/terör nitelikli olay yaşamasak da İstanbul’da Milliyet gazetesi başyazarı Abdi İpekçi’nin öldürülmesi (1 Şubat 1979) birlikte görev yaptığımız eski memurlar tarafından kaygı ile karşılanır.
Kültürel faaliyetler açısından da boş durmuyor, İbrahim’le Halk Eğitim Merkezinde akşamları yabancı dil kursuna devam ediyoruz. Özellikle akşamları okul/iş çıkışı sonrası gençler kızlı/erkekli bulvarda gezinip çay bahçelerinde oturup zaman geçirirken, bizde gençlik gereği bu ortamları yaşamaya çalışıyorduk.
             Sakarya asayiş yönünden sakin bir şehir olsa da kısa süreli kadro yaşamımızda zaman zaman değişik olaylarla karşılaşıyoruz. Bir keresinde gece ekip görevimiz esnasında; Askere giden gençlerin mahalle sakinlerini rahatsız ettiklerine dair gece 23.00 gibi geç saatlerde gelen bir ihbar üzerine ilin kuzey bölgesindeki olay yerine geçiyoruz. Ekibimiz sivil olsa da o dönemde sayılı sivil oto bulunması nedeniyle lacivert Renomuz Adapazarı’nda tanındığından bizi gören araç uzaklaşır. Mahalle sakinlerinin konuyu teyit etmeleri üzerine kaçan otomobilin arkasına takılırız. Araca yaklaşıp selektörle ikaz etmemize rağmen durmayıp kaçmaya devam etmesi üzerine il merkezi cadde ve sokaklarında kovalamaca yaşıyoruz. Araç bu kez şehir merkezinden güney istikametine doğru kaçıyor. Yaklaşık 10 km takip sonrası E-5’i geçip Dörtyol Sanayi Sitesi içerisinde lastiklerine ateş etmek suretiyle zar zor durdurabiliyoruz. Bir saat kovalamaca esnasında birden fazla kaza tehlikesi atlatsak da ‘yakalayamadık/kaçırdık ya da biz polisi atlattık’ şeklinde olumsuz bir pozisyona düşmemek için söz konusu aracı tıpkı Amerikan filmlerinde olduğu gibi kovalıyoruz. Bu arada anonslarla kaçış istikameti vermemize rağmen bizim dışımızda bu aracı takip eden de çıkmaz. Aracı durdurduğumuzda içinden çıkan gençleri yere yatırıp etkisiz hale getirdikten sonra -epey hırpalamak suretiyle- zor kullandık diyebilirim. Sonrasında ise herhangibir tutanak tutmadan yanımıza intikal eden resmi ekibe teslim edip bahse konu yerden bir şey olmamışçasına ayrılıyoruz. Yani bir nevi durumdan vazife çıkarıp yerinde infaz görevi ifa ediyoruz.
          Şimdi düşünüyorum da kaçan araç birini ezip, bir araca/bir yere çarpıp takla kaza yapabilirdi, biz kaza yapabilirdik, dahası ekipten arkadan ateş ettiğimizde içersindekilerden birileri vurulabilirdi ya da takla atıp ölüme sebebiyet verilebilirdi. Allah’tan bir olumsuzluk yaşamadık, ancak sonraki yıllarda Amir/Müdür/Müfettiş olarak bu vb. olaylar sonucu yaşanan olumsuzlukların günümüzde de çokça yaşandığına tanık oluyoruz.
      Sonuçta; 1979 yılının ilk aylarında boykotu soruşturmak için görevlendirilen müfettişler tarafından Sakarya ilinde ifadelerimiz alınır. İkinci sömestr okulun yeniden öğrenime açılması kararı ile Ankara’ya döneriz. Boykota ilişkin, olayın elebaşısı olarak belirlenen son sınıf öğrenciler tart gibi ağır cezalar alıp geçici olarak kadroya gönderilirken, özellikle benim gibi 1. Sınıf öğrencilerine de yılsonuna kadar hafta izinsizliği cezası verirler.
Boykot sonrası Enstitü 1. Sınıf öğrencisi olarak öğrenime devam ederken 1979 yılı Nisan/Mayıs aylarında banka soygunları ve üniversite öğrenci olayları nedeniyle kurulan Banka Ekipleri ve Gazi Üniversitesinde bir hafta süreyle geçici görevlendirilerek, -okuldan Kırıkkale tabanca zimmetlenerek- kadroya takviye oluyoruz. Bizde Kızılay bölgesinde –ekip şoförümüz bekçi, ekip amir vekili Adanalı PM Ali ile- ring yapan aynı banka ekibinde Ahmet EREZ ile birlikte ekip memurluğu yaparız.
         Tüm seneyi bir döneme sığdırıp yoğun bir tempo içerisinde -o dönemin tabiriyle- hızlandırılmış öğrenim görürken, tabi ki bu sürecin kazaları olacaktır. Bendeniz, Hukuk Başlangıcı (Prof. Erdoğan GÖĞER) dersinden ikmalde 2.sınıfa geçerken, bu dersi ikmal/bütünlemede veremeyen birçok arkadaşımız devre kaybederler.  (Haziran / 2019)

Remzi KOÇÖZ

DİYARBAKIR STAJI - 1978


DİYARBAKIR STAJI - 1978

Yıl 1978, Koleji bitirdikten sonra ki ilk stajımız. 1978 Temmuz sıcağında 24 saat civarında bir tren yolculuğu sonucu Diyarbakır'a ulaşıyoruz. Tren yolculuğunu kuşetli vagonunda yapıyoruz. 79'lu Uğur Öncan, Mehmet Dağara ile bizden Murat Temizer ve Sezai Kıdıkoğlu'nu hatırlıyorum. Diyarbakır'a gidene kadar 52 iskambil kağıdı ile hem oyun oynuyor hem de fala bakma, kağıt bulma/kurma gibi tüm varyeteleri tecrübe ediyoruz.
Diyarbakır'a vardıktan sonrada kendimizi bizden önce staj için gelenlerin başlattığı bir eylem içinde buluyoruz. Kalacak yer konusunda bize yardımcı olmayan il emniyet müdürü Sabri Timur’un Ofis karakolu üzerindeki lojmanı önünde toplanıp protesto eylemi yapıyoruz. Ertesi gün bizi Eğitim Enstitüsünün yurduna yerleştirerek sorunu çözüyorlar. Eğitim Enstitüsü yurdunda da yer yer orada yaz dönemi kalan öğrencilerle sürtüşmelerimiz olur.
Yemek konusunda benim gibi bölge kültürüne yani acıya uzak olan arkadaşlar epey zorlanıyoruz. Sabahları pastanede limonata kekli kahvaltı.. Öğleyin kavun, karpuz, üzüm ve peynir.. Akşamları yoğurt cacık pilav şeklinde geçiştiriyoruz.
Çay derseniz kaçak çay yani o da acı geliyor.  Kola gazoz içince de 40 derece sıcakta hararet yapıyor. Bizde maşrapa içinde köpüklü ayranı yeğliyoruz. Arada bir karakola ikramlar gelince dayanamıyor diyeti bozuyoruz. Tabi alışık olmayınca acı acı yemenin sonrası biraz zorlanıyoruz.
Birde sıcaktan bunalınca havuzlara kendimizi atıyoruz. Havuzlarda çocuklar duvarları tramplen olarak kullanıp akrobasi yaparken bizim Merdan'ın kamyon lastiği kocaman siyah şamreli ile yüzmesi epey bir dikkat çekiyor. Benim açımdan havuz faciası ise Adidas spor ayakkabımın çalınması beni hem üzer hem de o sıcakta yalınayak gölgeden kenardan seksek oynar gibi kaldığımız yurda gitmem zor olur. Gerçi bu yaşadığım durum Mehmet Selvi tarafından epey eğlence konusu olmuştu.
O zaman tek tek sigara satıldığını görmüştük. Çay bahçelerinde kürsü denilen tabureler de hoştu. Faytonlar bir nevi taksi işlevi görüyor, ancak gübre kokusu hiç çekilmiyordu. Bir keresinde sokak satıcılarından meyansuyu içme -bir bardağı bir dikişte içme- konusunda zorlanmış ve de iddiayı kaybetmiştim.
Biz Mardinkapı karakolunda Sezai Kıdıkoğlu, Şinasi Yılgın, Alaattin Cangöz ve Ayhan Çankaya ile birlikte idik. Mehmet Selvi ile Merdan Özçelik'in Çarşı; Murat Temizer'in Bağlar karakolunda bazı arkadaşlarında Yenişehir karakolunda staj yaptıklarını hatırlıyorum. Necip Berber, Ali Çetkin, Ergin Devren ve Ünal Kurt da var gibi.
İlk stajımız ve de okul idaresinin bizlere staj ödevi/görevi vermeleri nedeniyle yaptığımız işlerden birer suret almaya çalışıyor ayrıca notlar alıyorduk. Karakolun mukayyiti bize pek bir şey göstermemeye çalışır hatta yanına girmekte zorlanırdık. Bizler doktor raporu, adliyeye sevk gibi getir götür işlerine bakardık.
Trakyalı/Edirneli ismini hatırlayamadığım bir polis memurunun tuttuğu tutanağı Sezai ile düzeltmekte başarılı olamamıştık. Trakya şivesiyle konuştuğu gibi yazmış  (beni geldim/gittim gibi..) bu durum hafızamda yıllarca anekdot olarak yer tutmuştu.
Bir keresinde karakolun tek ve de sık sık arıza yapan minibüsü ile haber vermeden bizim mıntıka da bulunan Gazi Köşkü nün oraya gitmiş. Dönüşte arabayı çalıştıramamış, epey ittirmiş, zorlanmıştık. Diyarbakır’a gidip surları gezmemek olmaz tabiki..
Allahverdi ismindeki bekçimizin silahını kumarda kaybettiğini duyunca garipsemiştik.
O zaman maaşa yeni geçmiş bir sonraki aybaşı ödeme yapılacağından henüz maaş alamamış elde avuçta ne varsa onunla kıt kanaat idare etmeye çalışıyorduk.  Diyarbakır'da staj yapanlardan biri bizim adımıza mutemet olarak Ankara ya gidip dönene dek epey sıkıntılı günler yaşadık. Benim açımdan yoklukla ilk sınavım sayılır.
Parasızlık nedeniyle Sezai ile Berlin otelin restoranında çorba içerken tabağın sonuna doğru çorbada sinek olduğu bahanesi ile hesap ödemeden çıkmıştık. Tıp kafeterya yine uğrak yerlerimizdendi.
Stajımızın bir bölümü Ramazan ayına denk gelmişti. Diyarbakır’da oruç sorunu yoktu, ancak Malatya ve Elazığ’daki arkadaşların sıkıntı yaşadıklarını bizi ziyarete gelen Feridun Aksan’dan duymuştuk.
Mardinkapı Karakol Amiri Sivaslı, Yadigar lakaplı orta K'lı Komiser Mustafa Buğra.. Karakolun üstünde bir oda küçük spor salonu gibiydi, komserin boks eldivenleri kum torbası en çok Alaattin’in ilgisini çekerdi. Karakolun bahçesindeki kamelyada sohbet eder, ağırlıklı olarak mesleki anılar ve nasihatler birde boksörlük anıları dinlerdik. Zaman zaman kendisi ile kamelya da tavla oynardık. Karakol bahçesindeki tavla partileri, acılı güveçler ve büyük toprak testilerdeki buzlu sular ve de devasa karpuzlar unutamadıklarım…
Edirneli memur abimiz (Sezai'yi hatırlıyorum) bizleri bir akşam Bağlar semtinde bir düğüne götürür. Düğün bahçede ama bizler evin damında sofra kurulmuş orada hem acılı kebaplardan yiyor hem de boğma rakı içiyoruz. Kafayı bulup damda oynayanlarda var.  Tabi hem hava sıcak hem de boğma rakı bizi çarpınca düğünün sonunu hatırlamıyorum.
Zaman zaman bizim mıntıkadaki kaçak eşyaların sergilendiği/satıldığı Avrupa ve Japon pasajlarını/pazarlarını sık sık gezerdik. Benim gibi çoğu arkadaşımız staj esnasında/bitiminde buradan hediyelik eşyalar almıştır. (Citizen saat, radyo, 501 levis kot pantolon vb..)
Zaman zaman bu pasajlara yakın kavşakta bizim karakol mıntıkasına ait polis noktasına takılırdık. Bir keresinde oradan geçen kızlar beni Diyarbakırspor da top oynayan futbolcu Vehbi'ye benzetmişler. Kızların benden imza istediklerini noktadaki polis memurunun bana söylemesinin ardından bu söylemin bizim arkadaşlarca duyulması sonrasında Vehbi ismi döndü dolaştı bize lakap oldu.
Bir gece karakola uğradığım da Alman plakalı karavan bir turist minibüsün güvenlik nedeniyle o gece kalmak için izin konusunda İngilizce iletişim kurup onlara yardımcı oluyorum. Ertesi gün Silvan üzeri Van iline giderlerken bende onlara yol misafiri oluyorum. (O yıllarda jandarma üsteğmen olarak Hakkâri ilinde görev yapan Akif abimi ziyaret için bir fırsat yakalamıştım.) Turistler, 30 yaşlarında 2 bayan 2 erkek karavanda 4 kişiler. Ben aracın önünde şoför mahallindeyim. Diğer 3’ü ise karavan bölümündeler. Tarihi köprünün yanından geçerken (Malabadi) onlar bana benim ülkemde bana mihmandarlık yapıyorlar. Tabi ellerinde harita ve rehber mevcut.. Yolculuğumuz esnasında sigara içerken şoföre de ikram ediyordum. Aynı şeyi onun da yapacağını düşünmüştüm. Benim sigaram bitti ama Alman sigarasını yakıyor bana ikram etmiyordu. Ancak benim istemem üzerine zoraki bir sigara verdi. Mola verene kadar sigarasız kalmıştım. Mola yerinde yemek sonrası dünyanın bir ucundan gelen bu kızlı erkekli arkadaşların/sevgililerin ayrı ayrı hesap ödediklerine tanık oldum. Sigara ikramı ile hesap ödeme durumunu pekiştirip Alman usulü söylemini birebir görmüş ve yaşamış oluyordum. Akşam hava kararmadan Van iline vardık. Edremit’te Van gölü kenarında jandarma tesislerinde abimin kontenjanından misafir olarak kalmış, Almanlara da askeri tesislerin yanında güvenli bir bölge göstermiştik. Ertesi sabah Almanlarla vedalaşıp ben Hakkâri’ye doğru yola çıkıyorum. Van-Hakkari yolculuğum esnasında solumuza düşen ve Zap suyu üzerinde yer alan asma köprülerin Deniz GEZMİŞ ve arkadaşları tarafından yaptırıldığını yanımda oturan şahıstan dinliyorum. Hakkari’de yaklaşık 1 hafta kadar kaldığım süreçte merkez dışında Yüksekova ilçesine geçiyor, Esendere kapısı sınır karakol komutanı Asteğmen Taşkın YILMAZ (1967-1976 arası Eskişehirsporun milli kalecisi) ile tanışıyoruz. Taşkın asteğmen ile İran tarafına geçip Şah döneminin askerleri/polisleri ile pinpon oynadığımızı hatırlıyorum.
Ondan sonrasını belleğim silmiş gibi. Hakkari’den nasıl ve ne şekilde Diyarbakır’a dönüş yaptığımı pek hatırlamıyorum. Sonrasında staj bitimi Diyarbakır’dan yine trenle Ankara’ya dönüşe geçiyor, oradan da okul açılana kadar memleketim Karasu’ya ailemin yanına geçiyorum. (5 Ağustos 2004 günü yani 14 yıl önce bugün kansere yenik düşen rahmet ve saygıyla yad ettiğim Akif abimi bazı arkadaşlarım hatırlayabilir.) 40 yıl önceki ilk stajımızda yaşadıklarımızı ve arkadaşlıklarımızı yad ederken, herkese sağlıklı günler ve sağlam bellekler diliyorum. (05.08.2018)

Remzi KOÇÖZ         

KOLEJ GÜNLERİ - 1975


KOLEJ GÜNLERİ, YIL 1975…

1975 yılı Polis Koleji 1.sınıf ilk günlerimiz.. Henüz dahili ve harici elbiseler dikilmemiş, yatılı okula uyum sağlamaya, daha önce birbirini tanımayan yurdun değişik yörelerinden 14-15 yaşlarında (28. Dönem 110 kişi) genç insanlar kaynaşmaya çalışıyoruz. Önce okul idaresi komiserler gündüz okulun düzenini/kurallarını dikte ediyorlar, akşamları ise üst sınıflar uygulamalı olarak bu kuralları pekistiriyorlar. Okul yönetiminin ve üst sınıfların uğraşlarının bize öğretmeye çalıştıklarının, bizden istediklerinin tümünü bir kelime ile özetleyebiliriz: DİSİPLİN!!!
(Disiplin uygulamasına ayrıntılı girip sizleri depreştirip yeniden üzmeyeyim.)

Koleje başladığımızda Okul İdaresi; Kolej Müdürü: Ahmet EROL, Sınıflar Amiri: Başkomiser Bayram IRMAK, Diğer Amirler/Komiserler: Cengiz GİRGİN, Kemal YURTSEVER, Şükrü SARAÇ. Öğretmenlerimiz ise (A sınıfı); İclal KORHAN (Kimya), Sıdıka TEZEL (Tarih), Nuran ŞARLAK (Edebiyat), Ekin TEKOL (Mantık-Felsefe), Evin SAVCI (Coğrafya), Yüksel GENÇ (İngilizce), Seher EVREN (Sanat Tarihi), Gönül ERKMAN (Resim), İbrahim Turgut BAYRAM (Matematik), Aziz ÇITAK (Fizik), Arif UĞUR (Biyoloji), Suphi VARER (Beden), B ve C sınıflarına gelenler Raziye AKARUN (İngilizce), Şengül TİRYAKİ ve Aycan KUYRUKÇUOĞLU (Edebiyat) isimlerini hatırlayabildiklerim… Tüm öğretmenlerin ve de idarecilerin bizler üzerinde ayrı ayrı emekleri yadsınamaz, hepsini saygı ile anıyorum.
Gündüzleri sınıflarda olan birlikteliğimiz akşamları yatakhanelerde devam ediyordu. Uyku dışında sürekli bir birliktelik kısa sürede kaynaşmamızın temel unsuruydu. Önce hemşehriler dayanışması, daha sonra koğuş ve sınıf arkadaşlıkları sonrasında yerini sonraki yıllarda siyasi/fikirsel arkadaşlıklar, daha sonrasında da kadro/görev arkadaşlıkları alacaktır.
Ankara’ya benim gibi yeni gelmiş arkadaşların özlemi başkenti tanımak, tarihi ve önemli yerlerini görmek/gezmekti. Ankara Kalesi, Anıtkabir, Eski Meclis, Roma harabeleri gibi tarihi mekanları gezerek Ankara’yı keşfetmeye çalışıyorduk. Bunun dışında AOÇ/Hayvanat bahçesi, Gençlik parkı/lunapark yaş itibariyle ilgimizi çekiyordu. Kurtuluş/Botanik/Kuğulu parkları ise daha sonraki yıllarda keşfedecektik.
Polatlı-Gordion höyük/kalıntılarına, Alagöz köyünde kurtuluş savaşı komuta karargah müzesine okulla birlikte gidiyoruz. Yine okul tarafından kültürümüz/görgümüz artsın diye opera ve tiyatroya götürülüyoruz.
Havalar soğuyana kadar Ankara’nın caddelerini adımlamak, gezmek bizim için eğlenceliydi, Ankara’nın sonbaharı da güzeldi. Kışa doğru da sinema, tiyatro, sergi, müzeler gibi kapalı mekanlar da zaman geçirmeye çalışıyorduk. Henüz Fevzi Çakmak Sokağındaki Rua kıraathanesinin müdavimi olmamıştık. (Yıllar sonra Ankara’ya döndüğümde bazı arkadaşlarımız Kadir ve Hikmet’in müstecirliğini yaptıkları kıraathanede hala müdavimliğe devam ederken ara sıra onlara eşlik ediyorum.)
Önce dahili kıyafetlere özellikle yakadaki kopçaya sonrada harici kıyafetlere uyum sağlamakta biraz zorlanmıştım. Yolda yürürken sanki herkes bana bakıyormuş hissi yaşıyordum. Şapkaya hakim olmakta da zorlanmıştım. Kafamı yukarı kaldırdığımda, bir trafik tabelasının yanından geçerken yada ters bir harekette sık sık düşürdüğüm olur düşürmemek için de epey efor sarf ederdim. Bir keresinde Sezai KONUKLAR’ın benim uçan şapkamı havada yakalamak için plonjon yaptığını hatırlıyorum.
Hafta sonları Sakarya grubu olarak (İbrahim DEMİRCİ, Sezai KONUKLAR, Lütfi DENİZLİ ve bendeniz) birlikte dışarı çıkardık yer yer diğer arkadaşlarımızdan da katılanlar olurdu. İlk gezimiz olarak herhalde Anıtkabir'e gitmeye karar veriyoruz. Sakarya grubu dışında sınıfımızın ikinci Sezai’si yani Kıdıkoğlu’da var. (Daha önce 1973 yılı yazında Akif abimin Harbokulundan mezuniyet töreni için Ankara’ya gelmiş ailece Anıtkabir'e gitmiştik.) Anıtkabir’i biliyorum havasıyla diğer arkadaşlara mihmandarlık yapacaktım. Tabi Anıttepe tarafından girince sağdan mı soldan mı girelim derken Sezai KIDIKOĞLU, “kılavuzu karga olanın ……” diyerek benim mihmandarlığıma jest yapar. Dakika bir gol bir! Kıdıkoğlu’nun sözlerine bozulmakla birlikte kendisine anında cevap verememiştim. Zamanla tanıyınca arkadaşımızın pratik zekasına, hazır cevaplılığına ve de fiziksel kıvraklığına/atikliğine/çevikliğine hayran kalmıştım. Halen bu konularda eline kimse su dökemez. (Sonradan iyi ki bulaşmamışım diyerek soğukkanlılığımı takdir ettim. Kıdıkoğlu’nun taktığı lakaplar tutmuş, diğer arkadaşlarca da tasvip görmüş ve yıllıklarda yerini almıştır. Özellikle aynı sırayı paylaştığı Ahmet EREZ ile inat konusunda yarışmaya çalışsa da Ahmet daha üstün çıkmıştır. Ünye’li bu arkadaşımızı sayfalara sığdırmak zordur, kendisiyle kolej-akademi-staj-kadro anılarımız ise anlatmakla hiç bitmez…)
Bazı hafta sonları Ankara’da evci çıkan arkadaşların evlerine misafir olmuştuk. Haydar ARSLAN (Balgat), Arif BEKİROĞLU (Altındağ), Feridun AKSAN (Aydınlık), Ahmet TÜRKER (Bahçeli/Beşevler), Hasan KIZILAY (Cebeci/Şehitlik)… Bu arkadaşlarımızın hayatta olan anne babalarına sağlık, ölmüşlerine rahmet ve saygılar sunarken; Ahmet TÜRKER ve Hasan KIZILAY’ı bir kez daha rahmet, şükran ve de sevgiyle yad ediyorum. (Eylül 2018)

Remzi KOÇÖZ