1975 yılı Polis Koleji 1.sınıf ilk günlerimiz, 28. Dönem olarak 110 kişiyiz. 1/A sınıfının 2122 nolu öğrencisi olarak kayıtlara geçiyorum. Henüz dahili ve harici elbiseler dikilmemiş, yatılı okula uyum sağlamaya, daha önce birbirini tanımayan yurdun değişik yörelerinden 14-15 yaşlarında, genç insanlar kaynaşmaya çalışıyoruz. Önce okul idaresi komiserler gündüz okulun düzenini/kurallarını dikte ediyorlar, akşamları ise üst sınıflar uygulamalı olarak bu kuralları pekistiriyorlar. Okul yönetiminin ve üst sınıfların uğraşlarının bize öğretmeye çalıştıklarının, bizden istediklerinin tümünü bir kelime ile özetleyebiliriz: Disiplin!
(Disiplin
uygulamalarına ilişkin anılar bağlamında ayrıntılı anlatımlar o günleri yeniden
depreştirip bizleri üzmek dışında bir işe yaramayacaktır.)
Koleje başladığımızda Okul İdaresi; Kolej Müdürü: Ahmet EROL, Sınıflar Amiri: Başkomiser Bayram IRMAK, Diğer Amirler/Komiserler: Cengiz GİRGİN, Kemal YURTSEVER, Şükrü SARAÇ. Öğretmenlerimiz ise (A sınıfı); İclal KORHAN (Kimya), Sıdıka TEZEL (Tarih), Nuran ŞARLAK (Edebiyat), Ekin TEKOL (Mantık-Felsefe), Evin SAVCI (Coğrafya), Yüksel GENÇ (İngilizce), Seher EVREN (Sanat Tarihi), Gönül ERKMAN (Resim), İbrahim Turgut BAYRAM (Matematik), Aziz ÇITAK (Fizik), Arif UĞUR (Biyoloji), Suphi VARER (Beden), B ve C sınıflarına gelenler Raziye AKARUN (İngilizce), Şengül TİRYAKİ ve Aycan KUYRUKÇUOĞLU (Edebiyat) isimlerini hatırlayabildiklerim… Tüm öğretmenlerin ve de idarecilerin bizler üzerinde ayrı ayrı emekleri yadsınamaz, hepsini minnet ve saygı ile anıyorum.
Gündüzleri
sınıflarda olan birlikteliğimiz akşamları yatakhanelerde devam ediyordu. Uyku
dışında sürekli bir birliktelik kısa sürede kaynaşmamızın temel unsuruydu. Önce
hemşehriler dayanışması, daha sonra koğuş ve sınıf arkadaşlıkları sonrasında
yerini sonraki yıllarda siyasi/fikirsel arkadaşlıklar, daha sonrasında da
kadro/görev arkadaşlıkları alacaktır.
Ankara’ya
benim gibi yeni gelmiş arkadaşların özlemi başkenti tanımak, tarihi ve önemli
yerlerini görmek/gezmekti. Ankara Kalesi, Anıtkabir, Eski Meclis, Roma
harabeleri gibi tarihi mekanları gezerek Ankara’yı keşfetmeye çalışıyorduk.
Bunun dışında AOÇ/Hayvanat bahçesi, Gençlik parkı/lunapark yaş itibariyle
ilgimizi çekiyordu. Kurtuluş/Botanik/Kuğulu parkları ise daha sonra keşfedecektik.
Polatlı-Gordion höyük/kalıntılarına, Alagöz
köyünde kurtuluş savaşı komuta karargah müzesine okulla birlikte gidiyoruz.
Yine okul tarafından kültürümüz/görgümüz artsın diye okul sinema salonu dışında
tiyatro vede operaya götürülüyoruz.
Havalar
soğuyana kadar Ankara’nın caddelerini adımlamak, gezmek bizim için
eğlenceliydi, Ankara’nın sonbaharı da güzeldi. Kışa doğru da sinema, tiyatro,
sergi, müzeler gibi kapalı mekanlar da zaman geçirmeye çalışıyorduk. Henüz
Fevzi Çakmak Sokağındaki Rua kıraathanesinin müdavimi olmamıştık.
Önce dahili
kıyafetlere özellikle yakadaki kopçaya sonrada harici kıyafetlere uyum
sağlamakta biraz zorlanmıştım. Yolda yürürken sanki herkes bana bakıyormuş
hissi yaşıyordum. Şapkaya hakim olmakta da zorlanmıştım. Kafamı yukarı
kaldırdığımda, bir trafik tabelasının yanından geçerken yada ters bir harekette
sık sık düşürdüğüm olur düşürmemek için de epey efor sarf ederdim.
Hafta sonları Sakarya grubu olarak (İbrahim DEMİRCİ, Sezai
KONUKLAR, Lütfi DENİZLİ ve bendeniz) birlikte dışarı çıkardık yer yer diğer
arkadaşlarımızdan da katılanlar olurdu. İlk gezimiz olarak okulumuza yakın
yürüme mesafesinde olan Anıtkabir'e gitmeye karar veriyoruz. Sakarya grubu
dışında sınıfımızın ikinci Sezai’si yani Kıdıkoğlu’da var. (Daha önce 1973
yazında Akif abimin Harbokulundan mezuniyet töreni için Ankara’ya gelmiş ailece
Anıtkabir'e gitmiştik.) Anıtkabir’i biliyorum havasıyla diğer arkadaşlara
mihmandarlık yapacaktım. Tabi Anıttepe tarafından girince sağdan mı soldan mı
girelim derken Sezai KIDIKOĞLU, “kılavuzu karga olanın ……” diyerek benim
mihmandarlığıma jest yapar. Dakika bir gol bir! Kıdıkoğlu’nun sözlerine
bozulmakla birlikte kendisine anında cevap verememiştim. Zamanla tanıyınca
arkadaşımızın kıvraklığına, hazır
cevaplılığına yani pratik zekasına hayran kalmıştım. Halen bu meyanda eline
kimse su dökemez! (Sonradan iyi ki
bulaşmamışım diyerek soğukkanlılığımı takdir ettim. Kıdıkoğlu’nun kolejde
taktığı lakaplar tutmuş, diğer arkadaşlarca da tasvip görmüş ve yıllıklarda
yerini almıştır. Özellikle aynı sırayı paylaştığı Ahmet EREZ ile inat konusunda
yarışmaya çalışsa da Ahmet daha üstün çıkmıştır. Ünye’li bu arkadaşımızı
sayfalara sığdırmak zordur, kendisiyle kolej-akademi-staj-kadro anılarımız ise
anlatmakla bitmez ayrı bir yazı konusu..)
Arkadaşlıklar
ve samimiyet ilerleyince bazı hafta sonları evci çıkan arkadaşların evlerine
misafir olmuştuk. (Arif BEKİROĞLU/Merdan
ÖZÇELİK-Altındağ, A.Haydar ARSLAN-Balgat, Feridun AKSAN-Aydınlık, A.Haluk
TARHAN-Yenimahalle, Ahmet TÜRKER-Beşevler, Hasan KIZILAY-Şehitlik) Gurbete
gelmiş Anadolu çocukları olarak birnevi aile özlemi gideriyorduk. Aslında
Ankara’lı bu arkadaşlarımızı kıskanmıyor değildik. Onlar her hafta aileleri ile
birlikte zaman geçiriyor, biz ise hasretlik çekiyorduk. Memleketle/Ailemizle
bir telefon görüşmesi için günboyu Kızılay postanesinde zaman geçirdiğimizi
unutmak ne mümkün!