‘Uzun süre bir arada yaşayan insanlar ortak değerler oluştururlar. Bunu “ruh” olarak da adlandırabiliriz. Bizimkisi de öyle.. Anadolu’nun dört bir yanından başkente gelerek kolejli olduk. O içimizdeki ruh; "kolejlilik", anılar dağarcığında yerini alırken, bugün bizleri biraraya getiren ortak paydamız olur.’
Henüz 14-15 yaşlarımızda ana kucağından,
baba ocağından ayrılarak çoğumuz için gurbet sayılan Ankara’ya yepyeni bir
yuvaya geldik. O yuva bizi başkentin puslu, soğuk günlerinde bağrına bastı,
kucakladı. Hem akıl, hem fiziksel hem de duygusal olarak sere serpe geliştirdi.
Ergenliğe geçişin ne olduğunu
anlayamadığımız gibi delikanlılığa geçişi de pek anlayamadık. Bir yerde
duyguların bastırılması bizi ergenlikten olgunluğa taşımıştı. Yaşıtlarımızdan
daha sorumlu, daha ciddi, daha farklı bir hal almıştık.
İlk günlerdeki kaynaşma hemşehrilik
yakınlaşması olarak ortaya çıksa da aynı koğuş ve sınıflardaki birliktelik
şeklinde bir bütünsellik yaşanacaktı. Bir üst sınıf, bir üst sınıf derken son
sınıfa doğru dünya görüşü denilen ‘yaşam felsefesi’nin ortaya çıkmasıyla
arkadaşlıklar farklılaştı. Siyasi çekişmelerin, Türkiye’yi kasıp kavurduğu
yıllarda 78 kuşağı olarak bizlere de yansımaları oldu. Ancak bu yuvanın bize
kazandırdığı ‘Kolejlilik ruhu’ farklı siyasi görüşlerin bir arada yaşamasına,
arkadaşlıklarına tutkal olmuştu. İşte o ruh bizi bugünlere taşıyan Atatürk
çizgisinden başka bir şey olmayan, bu ülkenin kuruluş felsefesini oluşturan ‘Cumhuriyet
ilkeleri ve Devrimleri’ ortak paydamız olacaktı.
Okuduk! ‘Doğayı, Evreni, Emeği ve
Yaradan’ı anlamaya çalıştık. Dünyayı, çevremizi, ülkemizi, halkımızı ve de
kendimizi tanımaya çalıştık.
10 Nisanlarda, 19 Mayıs ve 29 Ekimlerde
özellikle tören yürüyüşlerinde üniformalarımızla gururlu ve mağrurduk.
Adrenalin denilen salgının en yoğununu
yaşadık. Spor salonunda, futbol sahasında, okul bahçesinde ve de kombinenin
tepesinde..
Şakalar yaptık en ağırından, en eşekcesinden!
Lakaplar taktık. Küfürler saydık, düellolar yaptık. Tartıştık, kavga ettik, küstük
ve barıştık. Yen kırılır kın içersinde kalırdı. İspiyon kelimesi en nefret
uyandıran şeylerdendi.
İnşaatta, zulada sigara-alkol kaçamaklarında
bazen yakalandık, bazen de paçayı sıyırdık.
Hafta sonları Ankara’yı keşfe çıktık.
Anıtkabir, Ankara kalesi, tarihi yerler, müzeler, parklar (AOÇ, Gençlik,
Kurtuluş, Botanik, Kuğulu) uğrak yerlerimizdi. Sinema, tiyatro, sergi ve
kitapçılar gibi sanatsal etkinliklerden ‘Kültürel’ açıdan nasibimizi aldık.
Kalan zamanlarda da bilardo, okey ve kağıt oyunlarıyla kahve kültürümüzü
geliştirdik. (Kültürümüz/görgümüz artsın diye Polatlı-Gordion gibi geziler dışında okul tarafından opera ve
tiyatroya da götürüldük.)
Günlük notlar, şiirler, mektuplar, pul
koleksiyonları, arkadaşlıklar paylaşılan daha neler neler.. O günlerde
yurtdışından kız arkadaşlarımız bile oldu. Onlarla yazışarak uzun bir süre
mektup arkadaşlığı yaptık.
Sabah sporu, etütler, geç gelen yemek
sıraları ve gece yatakhane/koğuş sohbetleri. Bir yatağın etrafına bütün koğuş
toplanır, onlarla, birbirimizin davranışlarını hicvederek güler, kahkahalar
atardık.
En ağır gelenide gece nöbeti ve hafta
sonları erken uyandırılmamızdı. Uykuya hiç mi hiç doyamazdık.
Gurbete bir çanta ile gelmiştik.
Sonrasında bavulla tanıştık. Bize neler verilmedi ki! Çorabından gömleğine,
dahili elbisesinden haricisine, diş macunundan sabununa, havlusundan bornozuna,
kaleminden defterine tüm ihtiyaçlarımız devlet tarafından verildi. Bu arada
harçlıkları da unutmamak lazım..
Kolej yıllarına çok şeyler sığdırırken -fireler versek de- büyük
çoğunluk yola devam diyerek ayni kaderi paylaştık.
Yatılı okullar, Anadolu’nun ücra
köşelerinde yaşayan alt-orta gelir düzeyindeki vatandaşlarının çocuklarını
devletin kucak açarak, fırsat yaratarak sahiplenmesidir. Devlet, bu okullar
aracılığı ile genç yaşta insanlarını hayata hazırlayıp, meslek sahibi yaparak,
geleceğini -kendisinin ve ailesinin- güvenceye alır. Ekonomik özgürlüğünü
sağlamakla kariyer sahibi olmasına da fırsat tanır. Basamaklar bir bir
çıkıldıkça bürokrasiye doğru tırmanarak yönetim kademelerinde yer alınacak; bu
yuvadan yetişen çocuklar Emniyet Müdürü, Vali, Genel Müdür; Doktor, Profesör,
Sayıştay Denetçisi, Avukat, Savcı, Hakim, Yargıtay Üyesi; Danışma Meclisi
Üyesi, Milletvekili, Senatör ve Bakan olmuştur. Özel sektör bağlamında ise üst
düzey yönetici, işadamı olanlar yanında, değişik sivil toplum kuruluşlarında/kurumlarında
görev almış/başkan olmuş, yurtiçinde/yurtdışında göğsümüzü kabartmışlardır.
Büyük Önder Atatürk’ün emriyle onu
kaybettiğimiz 1938 yılında kurulan bu yuvada okuyup ülkenin değişik yerlerinde görev
yapmanın, hizmet vermenin onurunu, ayrıcalığını yaşarken; Vatanımıza-Milletimize-Teşkilatımıza
yararlı hizmetler üretebildiysek, ne mutlu bizlere…
Herkesin, kendine göre birçok
öyküsü vardır.
İnsan yaşamındaki güzel anılar,
yazılar, resimler ebedi olsun,
Sağlık öncelikli mutluluklar
eksilmesin.
Her şey, herkesin/hepimizin gönlünce olsun.
Saygı,
sevgi ve selamlarımla…
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.