SEZAİ KIDIKOĞLU…
‘O, Karadeniz’in
sert dalgaları gibi dirençlidir. Yaşam sürecinde eğilmeyi/eğrilmeyi
beceremediği gibi her daim dik bir duruş sergilerken, doğru bildiği yoldan da
hiç şaşmaz. Nice eli kalem tutmayan, bir dilekçe yazmaktan aciz, devletin
sırtından geçinen, birilerinin korumasında/koltuğu altında sırtı sıvazlanan il,
daire ya da yurtdışı gibi görevlerle kaymaklandırılanlara nazaran o hiçbir
zaman adaletten, doğruluktan, haktan yana hiç mi hiç taviz vermez.’
1975 yılının Eylül ayları,
yurdun değişik yörelerinde/illerinde yapılan sınavlar sonucu sıralamaya giren
110 genç Polis Koleji 28. Dönem öğrencisi olarak 1. Sınıfa başlarlar. 1/A
sınıfında öğrenime başlayan 2111 numaralı Sezai KIDIKOĞLU önce sınıfının
ardından da kolejin en renkli simalarından biri olur.
Ordu
ilinin Ünye ilçesinin Fevzi Çakmak Mahallesinden (Teksas olarak adlandırılan) Polis
Kolejine gelen 10 Eylül 1959 doğumlu Sezai KIDIKOĞLU’nun babası Ahmet KIDIKOĞLU,
inşaat ustası (2009 yılında vefat eder),
annesi Emine hanım ise rençber bir ev hanımıdır. Sezai (yurtdışındaki Ablası, abisi Mustafa, erkek kardeşi Senai arasında)
ailenin ortanca çocuğudur. İlk ve ortaokulu Ünye’de okuduktan sonra Ankara’da
Polis Koleji ailesine katılır.
Kolejde haftasonu gezisi olarak Anıtkabir’i
biliyorum havasıyla Sakarya grubu ve Sezai KIDIKOĞLU’nun da bulunduğu bir grup
arkadaşa mihmandarlık yapacaktım. Tabi Anıttepe tarafından girince sağdan mı
soldan mı girelim derken Sezai, “kılavuzu karga olanın ……” diyerek benim
mihmandarlığıma jest yapar. Dakika bir gol bir! Kıdıkoğlu’nun sözlerine
bozulmakla birlikte kendisine anında cevap verememiştim. Zamanla tanıyınca
arkadaşımızın pratik zekasına, hazır cevaplılığına ve de fiziksel
atikliğine/çevikliğine hayran kalmıştım. Halen bu konularda eline kimse su
dökemez diyorum!. (Sonradan iyi ki bulaşmamışım diyerek soğukkanlılığımı takdir ettim.
Kıdıkoğlu’nun taktığı lakaplar tutmuş, diğer arkadaşlarca da tasvip görmüş ve
yıllıklarda yerini almıştır. Özellikle aynı sırayı paylaştığı Ahmet EREZ ile
inat konusunda yarışmaya çalışsa da Ahmet daha üstün çıkmıştır. Ünye’li bu
arkadaşımızı sayfalara sığdırmak zordur, kendisiyle kolej-akademi-staj-kadro
anılarımız ise anlatmakla bitmez. Bunların sadece birkaçını aşağıdaki
satırlarda paylaşacağım…)
Kolej yılları
Sezai,
Matematik derslerinde özellikle Cebir problemlerinde sınıfın kurtarıcısı olarak
İbrahim Turgut BAYRAM hocamızın da en gözde öğrencilerinden biri olur. Spor ve
jimnastiğe yatkın ve de kabına sığmayan bir yapıdaki arkadaşımız Beden
derslerinde de atikliği/çevikliği ile öne çıkar. Dersler dışında bahçedeki
Kombine (teneffüslerde, boş zamanlarımızda spor yaptığımız, oyun oynadığımız,
söyleştiğimiz vazgeçilmez bir alan) üzerinde adeta koşarcasına
hareket ederken bitmez-tükenmez enerjisiyle çoğumuzun dudaklarını uçuklatır. Judoda
hangi kuşağa ulaşsa da, okul bahçesindeki minyatür futbol maçlarımızın da
olmazsa olmazı idi. Büyük Önder Atatürk’ün; “Ben
sporcunun zeki, çevik vede ahlaklısını severim….” sözünde olduğu gibi zeki,
çevik vede sportif bir arkadaşımızdır.
Kolej 1. ve 2.sınıf
derken günler çabuk geçer. 3.sınıf olarak Kolej son sınıf olunduğunda, biraz
daha olgunlaşmış abi olmuştuk. Yapımız ve yaşımız gereği protest bir kişilik/birey
bizi sarmalarken, Okulda uygulanan disiplin anlayışına üst sınıfların ast
sınıflar üzerindeki hükümranlık geleneğine karşı bir duruş sergileriz. Özellikle
Sezai arkadaşımızın da içinde yer aldığı
bir grup arkadaşımızla birlikte bizim devrelerimizin ast sınıfları ezmelerinin
önüne geçmeye çalışırız. Kolej tarihinde “Kaba kuvveti” biz kaldırdık sözü
belki çok iddialı olacaktır ama en azından bu konuda kararlı bir duruş sergiledik.
Nöbetçi komiser (76’lı Gazi ÖZTÜRK) tarafından çağrılıp bu okuldaki geleneklere
aykırı davrandığımız konusunda uyarılsak da, biz her akşam astlarımızı fiziki
şiddetten kurtarabilmek için adeta kol geziyorduk.
(M. Foucault’a göre; özne,
bireyden farklıdır. Özne, içinde bulunduğu toplumun disiplinci/düzenleyici
politikaları tarafından ehlileştirilmiştir. Kendisini özgür bir karar veren
olarak görür, ancak aslında iktidar tarafından olması istenilen kalıbın bir
parçasıdır. Birey ise içinde bulunduğu iktidarı sorgulamakta ve gözetim
toplumundan kurtulmanın yollarını aramaktadır. Özneleşmiş kişiler için varolan
düzene uymak dışında bir alternatif yoktur.
Sosyoloji kuramlarına
göre özne olmaktan birey olmaya geçişin yolu; bolca empati ve cesarete sahip olmak
ve görmezden gelmemek, başka bir kimse tepki vermese bile bir tavır almak ve
bir duruşa sahip olmaktan geçmektedir.)
Kolej son sınıfta, bir Cuma akşam
yemeğinden sonra sınıfta Sezai ile ödev yapıp ortaklaşa sigara içerken nöbetçi
komiseri Kemal Yurtsever’e yakalanırız. Bizdeki cahil cesaretinden başka bir
şey değil. Arkadaşlar kenefte, inşaatta ya da diğer zula yerlerde sigara
içerken biz de sınıfta içiyorduk. Ödev yaparken tüttürdüğümüz sigarayı elimizde
saklayarak içsek de dumanı saklama şansımız yoktu. Sorulara cevap vermemiz
esnasında çıkan dumanı açıklamanın ise hiç bir anlamı yoktu. Ardından paket
nerede soruları bizlerin zorlandığı durumlardı. Paket bulunamayınca, inandırıcı
olmuyor; “Enstitülü bir abiden aldık” şeklindeki ilk verdiğimiz cevap geçerli
oluyorsa da hafta izinsizliği cezasından kurtuluş yoktu. Ardından hafta sonu
diğer arkadaşlar dışarı çıkarken bizler okul içersinde saat başı nöbetçi
amirliğindeki defteri imzalayıp zaman geçirirdik. İlk sigara cezamızı çekerken
Anıttepe Lisesinin bahçesindeki merdivenlere oturup bu kez açık alanda yine
Sezai ile birer sigara yaktık. Öyle sohbete dalmış, efkarlanmışız ki bu kez
-nereye bakıyorsak, ne konuşuyorsak ya da neyle ilgileniyorsak yine gafil
avlanmış- hafta sonu yanında eşi ile birlikte okula gelen sınıflar amirimiz
Cengiz Girgin’e yakalanmıştık. Arkasından gelen katlamalı hafta izinsizliği
cezası bizi yıldırmıyordu. Zaten toplum olarak yasak şeylere karşı zaafiyetimiz
yüksektir. Bizler de bu toplumun bireyleri olarak vazifemizi yapmaktan
kaçınmıyor, üzerine üzerine gidiyorduk.
(2005
yılı içersinde bir akşam Sezai beni telefonla arayarak “eşi ile birlikte
sigarayı bıraktıklarını” açıklamasına ilk etapta inanamasam da kolejden ‘sigara
kaderdaşı’ olan arkadaşımın -geçde olsa-
2004 Temmuzun da sigarayı bırakmasına çok sevindim. Ancak sonraki
yıllarda ailece tekrar sigaraya başladıklarında ise üzülmedim değil!.)
Bir keresinde Sezai ile birlikte
haftasonu Kanyak alıp okulda şurup şişelerine boşaltmıştık. Fırsat bulup içmeye
çalıştığımız esnada sınıfa giren dinibütün bir arkadaşın elimizdeki şurup
şişelerini görüp boğazının ağrıdığını, öksürdüğünü söylemesi üzerine bizde her
şurubun iyi gelmeyeceğini söylesek de ısrarı üzerine vermek zorunda kaldık. O
arkadaşın Kanyaktan tadıp biraz acıymış dediğini hatırlıyorum. Bizde daha sonra
foyamız ortaya çıkmasın diye bu işi bırakmıştık.
Bizler Kolej sürecinde yaz
tatillerinde gezi/seyahat amaçlı arkadaşlarımıza misafir olurduk. 1977 yaz
tatilinde ise Ünye’ye gidip Sezailere misafir olup
ailesi/akrabaları/arkadaşları ile tanıştım. Sezai ile 1 haftaya yakın Ünye’yi
gezip, Karadeniz’de yüzüp, kayalıklarda midyelerle tanışıp, kah tekne ile
açılıp ağ atıp kah olta ile balık tutup, akşamları sahilde balık keyfi yapıp,
bazen de arkadaşları ile kahvede oyun oynayıp vakit geçirdik. Benim için Ünye
seyahati Ankara dışında ilk kez uzak bir yere gitmem nedeniyle bir ilk ve
unutulmaz bir seyahat olmuştu.
Akademi/Enstitü
yılları
Kolejde
3 sene A sınıfını paylaştığımız arkadaşımız ile kolej bitimindeki ilk
stajımızda da Diyarbakır da birlikteliğimiz devam eder. Mardinkapı karakolunda
polis mesleği ile ilgili (tutanak tutma,
kroki çizme, üst arama, ifade ve dr.raporu alma, nokta ve devriye görevi gibi)
farklı tecrübeler ediniriz. Staj boyunca Ofis semtindeki Kredi Yurtlar
Kurumunun yurdunda kalıp, gündüzleri serinlemek için havuzları, geceleri çay
bahçelerini mekan tutarken, Diyarbakır surlarını, Gazi köşkünü, pasajlarını,
caddelerini arşınlayıp, düğün davetlerine çok azda olsa icap edip geleneksel
yemek ve boğma rakılarından tadarız. Enstitü/Akademi’de sınıflarımız ayrılsa da
arkadaşlıklar devam eder. Boykot ve sonraki stajlarımızda farklı yerlerde
oluruz.
Karadeniz’e
aşık olduğunu, balıkçı olduğunu, hatta yüzerken bile balık yakaladığını söylese
de, 1982 Mezuniyet Albümüne/Yıllığa geçen sözleriyle “Barış sözcüğünü pek severim. Sanıyorum insanlar hep elele ve birlikte
yaşarlarsa mutlu olacaklardır” istemini, umarım yaşam sürecinde uygulayabilmiştir.
Enstitü/Akademi son sınıf staj
dönüşü okul başlamadan Ankara’ya erken gelip, bir grup arkadaş (Mehmet Selvi,
Ayhan Acet, Tayfur Ceren, Sezai Kıdıkoğlu) ile Salon Rua’da buluşup, Maltepe de
bir lokanta da yemek yanında alkol alıp son sınıfı kutlarken, Sezai bizi
sollayıp, bizden biraz fazla bir-iki duble daha içer. Yemek sonrası hepbirlikte
Kızılay’a kadar yürürüz. Mehmet’le Ayhan ayrılırken, Sezai ve Tayfur ile
Saimekadın’a bize gideriz. Sezai gece geç saatlerde 2-3 gibi alkolün etkisiyle rahatsızlanınca Tayfur’la ikimiz yer
yer sırtımıza alarak zar zor Tıp Fakültesi Acil Servisine götürüyoruz. Sezai’ye
serum takılırken, bizde yanındaki sedye ve koltukta sızıyoruz. Bir ara
uyandığımızda Sezai’nin yanındaki adam eks olmuş, morg hazırlıkları yapılırken
biz ürperip Sezai’nin sessizliğine hepten telaşlanırız. Nabız ve kalp
atışlarını gözlemlesek de, acildeki görevliler durumu teyit edince ancak rahatlıyoruz.
Sezai serum takviyesi ile mışıl-mışıl uyurken biz hop oturup hop kalkıyoruz.
Sezai ise kendine geldikten sonra akşamki hiçbir şeyi hatırlamıyor!.
Meslek/Kadro yılları
1982
yılında 4 yıllık Polis Enstitüsü Yüksek Öğrenimi (Polis Akademisi) bitirince Karadeniz/Kuzey
çocuğu olarak Akdeniz/Güneyde Hatay ilinde 62839 sicil sayılı Komiser
Yardımcısı olarak göreve başlar. Hatay
ilinde 4.5 aylık görevinin ardından devremizin ilk dönem askere gidenlerinden (Ahmet
TÜRKER, Ahmet EREZ gibi) biri olur. 15 Aralık 1982 tarihinde vatani görevi için
Tuzla Piyade Okulunda 4 aylık eğitim sonrası Deniz Piyade Asteğmen olarak İstanbul
Boğaz Komutanlığına kura çeker. O doğma-büyüme deniz çocuğudur. Tabiki denizci
olacaktır. 31 Mart 1984 tarihinde terhis olur.
Askerlik
sonrası 1984 Nisanında Hatay Emniyet Müdürlüğünde göreve başlaması gerekirken,
o dönemde icat edilen daha doğrusu 12 Eylül darbesinin ardından meslekteki
işgüzarlarca uygulanan güvenlik soruşturması gerekçesiyle gereksiz bir sıkıntı
yaşatılır. Belki de ta mesleğinin başında devre arkadaşları arasında 12 Eylül’ün
ilk mağdurlarından biri olur. Nereden bakarsanız bakın 2.5 ay kadar maaş
almadan boşa geçen bir süreçtir. Herkesin herkese şüpheyle baktığı bir dönemde
kime derdini nasıl anlatacaktır. Kimi arkadaşlar o dönemde el üstünde
tutulurken, Sezai için yok yere bekletilmek psikolojik bir işkencedir. Sezai,
askerlik sonrası 2.5 ay boşta bekletilmesinin ardından Sivas ilinde göreve
başlatılır (18.6.1984).
Sezai
o sıkıntılı günlerde 2113 Hasan KIZILAY’ın kızkardeşi Hüseyin-Şefika kızı
sağlık çalışanı Emine (Şengül) Hanım ile 1985 yılında yaşamını birleştirir/evlilik
yapar. Sivas ilinde 2 yıl görev yapmasının ve komiser rütbesine terfi etmesinin
ardından 1986 yılı atama döneminde bu kez şark görevi çıkmış, Elâzığ iline
atanmıştır. Elazığ kadrosunda komiser rütbesinde görev yaparken 06 Haziran 1987
tarihinde biricik oğlu Mustafa Adnan dünyaya gelmiş, 28 yaşında baba olmuştur. (Emine hanım Ankara’da Onkoloji Hastanesinde
görev yaparken, oğulları Adnan ise makine mühendisi olup, Ankara’da özel bir
şirkette çalışmakta.)
Elazığ’da
4 yıllık görev sürecinde başkomiser rütbesine terfi ederken, 1990 yazında 2.
Bölge şark hizmetini tamamlayıp İstanbul iline atanmıştır. İstanbul ili Şile
ilçesinde 1 yıl kadar görev sonrası bu kez 1991 yazında iç Anadolu’ya Konya
iline atanır. Konya ilinde 5 yıllık görev sonrası 1996 sonbaharında Bolu iline
atanır. Sezai 1999 Bolu depremini yaşar. Depremin 1 yıl sonrasında 2000 yılı
sonbaharında Erzurum Polis Okuluna atanır. Yıllar sonrası Sezai ile aynı
kadroda olmasa bile aynı ilde Erzurum’da yolumuz çakışırken aynı zamanda lojman
komşusu oluruz. Sezai 2 yıllık Erzurum POMEM görevi esnasında 2001 yazında 2.
SEM rütbesine terfi ederken 2002 yazında ise daha önce 4 yıl görev yaptığı Bolu
iline emniyet müdür yardımcısı olarak atanır. Bolu ilinde 3 yıl daha görev
yapmasının ardından 2005 yazında 1. sınıf emniyet müdürlüğüne terfi sonrası APK
ve Strateji Dairelerinde merkez emniyet müdürü olarak istihdam edilmiştir. Sezai
bu süreçte ikametini 7 yıl öğrencilik yaptığı Ankara’ya taşıyarak artık
Ankara’lı olacaktır.
2006
yazında (4.7.2006) Teftiş Kurulu Başkanlığına “Polis Başmüfettişi” olarak atanır.
Teftiş kuruluna atanmasının 3 ay sonrasında da (Ekim 2006) Merzifon POMEM Müdürlüğüne
atanır. 2 yıl 2 ay kadar POMEM Müdürlüğü ardından 2008 yılı sonunda yeniden Teftiş
Kuruluna döner. 2009-2013 yılları arası Teftiş Kurulundaki görev trafiği yoğun
olmasa da soruşturma ve teftiş görevlerinde bulunur. 17-25 Aralık 2013 tarihi
sonrası ise Teftiş kurulunun en çok efor sarfeden müfettişlerinden birisi olur.
İstanbul iline gönderilen/görevlendirilen ve aylarca İstanbul’u mekan edinen
müfettişler arasında yer alırken, 17 Temmuz 2016 darbe sonrasındaki süreçte de
çok sayıda görev ve soruşturmaya imza atmıştır.
2015
ve 2017 Yüksek Değerlendirme Kurulu kararı çerçevesinde görevine devam etmesi
uygun görülen arkadaşımız, 23 Temmuz 2019 tarihli gecikmeli YDK kararı ile yaş
haddinden emekliliğine 47 gün kala belki de emniyet teşkilatında bir ilke imza
atılırken son güne kadar izin kullanmayıp elindeki kalabalık ve karmaşık
soruşturma dosyasını tamamlamak için (asli
görev olarak adlandırılan günümüz il müdürlerinin, daire başkanlarının çoğunun
08.00-17.00 devlet memuru mantalitesiyle mesai yaptığı süreçte) haftasonu
demeden mesai mevfumu gözetmeksizin efor sarfeden bu arkadaşımız ‘hiçbir başarı
karşılıksız kalmaz’ denilerek resen emeklilik çerçevesinde emekli edilerek çok
sevdiği ve 41 yıllık birfiil görev yaptığı mesleğine geçmişte pek örneğine
rastlamadığımız bir şekilde kendisine gösterilen vefasızlık sonrası veda etmek
zorunda kalmıştır.
Sezai
kolej sıra arkadaşı Ahmet EREZ’in Abdurahman ÇELEBİ’si olacaktır. Ta ilk
yıldızında iken askerlik sonrası mağdur edilirken, sonrasında da kadro kadro
tam tamına 8-9 vilayet gezecek -yurtdışı
görevlerden muaf- adeta Anadolu gezgini olacaktır.
O,
koleje başladığı ilk günkü gibi içindeki çocuğu hep canlı tutmuş, mesleğe
başladığı ilk günden itibaren haksızlıklara tahammül edemeyip sorgulamış,
yanlışlıklara/ haksızlıklara karşı durmuş, bulunduğu
birimlerden/görevlerden/yerlerden gönderilmek pahasına sözünü hiç
esirgememiştir.
Nice
eli kalem tutmayan, bir dilekçe yazmaktan aciz, devletin sırtından geçinen,
birilerinin korumasında/koltuğu altında sırtı sıvazlanan il, daire yada
yurtdışı gibi görevlerle kaymaklandırılanlara nazaran (Bu görevleri layığıyla/hakkaniyetle yerine getirenleri tenzih
ediyorum) o hiçbir zaman adaletten, doğruluktan, haktan yana hiçmi hiç
taviz vermez.
O,
Karadeniz’in sert dalgaları gibi dirençlidir. Yaşam sürecinde
eğilmeyi/eğrilmeyi beceremediği gibi her daim dik bir duruş sergilerken, doğru
bildiği yoldan da hiç şaşmaz. O devresinin gözbebeklerinden birisidir.
Gönlümüzde her daim bir yerlerde onurlu bir yaşam/görev anlayışı ile meslek
yaşamını/maratonunu kendine yakışır bir şekilde tamamlayarak emeklilik yaşamına
yelken açar. 60’lık bir delikanlı olan arkadaşımıza bundan sonraki yaşamında ailesi ile birlikte
nice sağlıklı/huzurlu günler diliyorum.
Sezai,
40 yıl önce bizim için özeldi. 40
yıl sonra ise sadece biz kolej arkadaşlarının değil, birlikte görev yaptığı
meslektaşlarının da gönlünde yer tutarak, emniyet teşkilatının yazılı/yazısız
tarihinde kendine yer bulacaktır… 10 Eylül 2019
Remzi
KOÇÖZ