13.10.19

Sezai KIDIKOĞLU


SEZAİ KIDIKOĞLU…
‘O, Karadeniz’in sert dalgaları gibi dirençlidir. Yaşam sürecinde eğilmeyi/eğrilmeyi beceremediği gibi her daim dik bir duruş sergilerken, doğru bildiği yoldan da hiç şaşmaz. Nice eli kalem tutmayan, bir dilekçe yazmaktan aciz, devletin sırtından geçinen, birilerinin korumasında/koltuğu altında sırtı sıvazlanan il, daire ya da yurtdışı gibi görevlerle kaymaklandırılanlara nazaran o hiçbir zaman adaletten, doğruluktan, haktan yana hiç mi hiç taviz vermez.’
1975 yılının Eylül ayları, yurdun değişik yörelerinde/illerinde yapılan sınavlar sonucu sıralamaya giren 110 genç Polis Koleji 28. Dönem öğrencisi olarak 1. Sınıfa başlarlar. 1/A sınıfında öğrenime başlayan 2111 numaralı Sezai KIDIKOĞLU önce sınıfının ardından da kolejin en renkli simalarından biri olur.
Ordu ilinin Ünye ilçesinin Fevzi Çakmak Mahallesinden (Teksas olarak adlandırılan) Polis Kolejine gelen 10 Eylül 1959 doğumlu Sezai KIDIKOĞLU’nun babası Ahmet KIDIKOĞLU, inşaat ustası (2009 yılında vefat eder), annesi Emine hanım ise rençber bir ev hanımıdır. Sezai (yurtdışındaki Ablası, abisi Mustafa, erkek kardeşi Senai arasında) ailenin ortanca çocuğudur. İlk ve ortaokulu Ünye’de okuduktan sonra Ankara’da Polis Koleji ailesine katılır.
Kolejde haftasonu gezisi olarak Anıtkabir’i biliyorum havasıyla Sakarya grubu ve Sezai KIDIKOĞLU’nun da bulunduğu bir grup arkadaşa mihmandarlık yapacaktım. Tabi Anıttepe tarafından girince sağdan mı soldan mı girelim derken Sezai, “kılavuzu karga olanın ……” diyerek benim mihmandarlığıma jest yapar. Dakika bir gol bir! Kıdıkoğlu’nun sözlerine bozulmakla birlikte kendisine anında cevap verememiştim. Zamanla tanıyınca arkadaşımızın pratik zekasına, hazır cevaplılığına ve de fiziksel atikliğine/çevikliğine hayran kalmıştım. Halen bu konularda eline kimse su dökemez diyorum!. (Sonradan iyi ki bulaşmamışım diyerek soğukkanlılığımı takdir ettim. Kıdıkoğlu’nun taktığı lakaplar tutmuş, diğer arkadaşlarca da tasvip görmüş ve yıllıklarda yerini almıştır. Özellikle aynı sırayı paylaştığı Ahmet EREZ ile inat konusunda yarışmaya çalışsa da Ahmet daha üstün çıkmıştır. Ünye’li bu arkadaşımızı sayfalara sığdırmak zordur, kendisiyle kolej-akademi-staj-kadro anılarımız ise anlatmakla bitmez. Bunların sadece birkaçını aşağıdaki satırlarda paylaşacağım…)

Kolej yılları
Sezai, Matematik derslerinde özellikle Cebir problemlerinde sınıfın kurtarıcısı olarak İbrahim Turgut BAYRAM hocamızın da en gözde öğrencilerinden biri olur. Spor ve jimnastiğe yatkın ve de kabına sığmayan bir yapıdaki arkadaşımız Beden derslerinde de atikliği/çevikliği ile öne çıkar. Dersler dışında bahçedeki Kombine (teneffüslerde, boş zamanlarımızda spor yaptığımız, oyun oynadığımız, söyleştiğimiz vazgeçilmez bir alan) üzerinde adeta koşarcasına hareket ederken bitmez-tükenmez enerjisiyle çoğumuzun dudaklarını uçuklatır. Judoda hangi kuşağa ulaşsa da, okul bahçesindeki minyatür futbol maçlarımızın da olmazsa olmazı idi. Büyük Önder Atatürk’ün; “Ben sporcunun zeki, çevik vede ahlaklısını severim….” sözünde olduğu gibi zeki, çevik vede sportif bir arkadaşımızdır.
Kolej 1. ve 2.sınıf derken günler çabuk geçer. 3.sınıf olarak Kolej son sınıf olunduğunda, biraz daha olgunlaşmış abi olmuştuk. Yapımız ve yaşımız gereği protest bir kişilik/birey bizi sarmalarken, Okulda uygulanan disiplin anlayışına üst sınıfların ast sınıflar üzerindeki hükümranlık geleneğine karşı bir duruş sergileriz. Özellikle Sezai  arkadaşımızın da içinde yer aldığı bir grup arkadaşımızla birlikte bizim devrelerimizin ast sınıfları ezmelerinin önüne geçmeye çalışırız. Kolej tarihinde “Kaba kuvveti” biz kaldırdık sözü belki çok iddialı olacaktır ama en azından bu konuda kararlı bir duruş sergiledik. Nöbetçi komiser (76’lı Gazi ÖZTÜRK) tarafından çağrılıp bu okuldaki geleneklere aykırı davrandığımız konusunda uyarılsak da, biz her akşam astlarımızı fiziki şiddetten kurtarabilmek için adeta kol geziyorduk.
(M. Foucault’a göre; özne, bireyden farklıdır. Özne, içinde bulunduğu toplumun disiplinci/düzenleyici politikaları tarafından ehlileştirilmiştir. Kendisini özgür bir karar veren olarak görür, ancak aslında iktidar tarafından olması istenilen kalıbın bir parçasıdır. Birey ise içinde bulunduğu iktidarı sorgulamakta ve gözetim toplumundan kurtulmanın yollarını aramaktadır. Özneleşmiş kişiler için varolan düzene uymak dışında bir alternatif yoktur.
Sosyoloji kuramlarına göre özne olmaktan birey olmaya geçişin yolu; bolca empati ve cesarete sahip olmak ve görmezden gelmemek, başka bir kimse tepki vermese bile bir tavır almak ve bir duruşa sahip olmaktan geçmektedir.)
Kolej son sınıfta, bir Cuma akşam yemeğinden sonra sınıfta Sezai ile ödev yapıp ortaklaşa sigara içerken nöbetçi komiseri Kemal Yurtsever’e yakalanırız. Bizdeki cahil cesaretinden başka bir şey değil. Arkadaşlar kenefte, inşaatta ya da diğer zula yerlerde sigara içerken biz de sınıfta içiyorduk. Ödev yaparken tüttürdüğümüz sigarayı elimizde saklayarak içsek de dumanı saklama şansımız yoktu. Sorulara cevap vermemiz esnasında çıkan dumanı açıklamanın ise hiç bir anlamı yoktu. Ardından paket nerede soruları bizlerin zorlandığı durumlardı. Paket bulunamayınca, inandırıcı olmuyor; “Enstitülü bir abiden aldık” şeklindeki ilk verdiğimiz cevap geçerli oluyorsa da hafta izinsizliği cezasından kurtuluş yoktu. Ardından hafta sonu diğer arkadaşlar dışarı çıkarken bizler okul içersinde saat başı nöbetçi amirliğindeki defteri imzalayıp zaman geçirirdik. İlk sigara cezamızı çekerken Anıttepe Lisesinin bahçesindeki merdivenlere oturup bu kez açık alanda yine Sezai ile birer sigara yaktık. Öyle sohbete dalmış, efkarlanmışız ki bu kez -nereye bakıyorsak, ne konuşuyorsak ya da neyle ilgileniyorsak yine gafil avlanmış- hafta sonu yanında eşi ile birlikte okula gelen sınıflar amirimiz Cengiz Girgin’e yakalanmıştık. Arkasından gelen katlamalı hafta izinsizliği cezası bizi yıldırmıyordu. Zaten toplum olarak yasak şeylere karşı zaafiyetimiz yüksektir. Bizler de bu toplumun bireyleri olarak vazifemizi yapmaktan kaçınmıyor, üzerine üzerine gidiyorduk.
(2005 yılı içersinde bir akşam Sezai beni telefonla arayarak “eşi ile birlikte sigarayı bıraktıklarını” açıklamasına ilk etapta inanamasam da kolejden ‘sigara kaderdaşı’ olan arkadaşımın -geçde olsa-  2004 Temmuzun da sigarayı bırakmasına çok sevindim. Ancak sonraki yıllarda ailece tekrar sigaraya başladıklarında ise üzülmedim değil!.)

Bir keresinde Sezai ile birlikte haftasonu Kanyak alıp okulda şurup şişelerine boşaltmıştık. Fırsat bulup içmeye çalıştığımız esnada sınıfa giren dinibütün bir arkadaşın elimizdeki şurup şişelerini görüp boğazının ağrıdığını, öksürdüğünü söylemesi üzerine bizde her şurubun iyi gelmeyeceğini söylesek de ısrarı üzerine vermek zorunda kaldık. O arkadaşın Kanyaktan tadıp biraz acıymış dediğini hatırlıyorum. Bizde daha sonra foyamız ortaya çıkmasın diye bu işi bırakmıştık.

            Bizler Kolej sürecinde yaz tatillerinde gezi/seyahat amaçlı arkadaşlarımıza misafir olurduk. 1977 yaz tatilinde ise Ünye’ye gidip Sezailere misafir olup ailesi/akrabaları/arkadaşları ile tanıştım. Sezai ile 1 haftaya yakın Ünye’yi gezip, Karadeniz’de yüzüp, kayalıklarda midyelerle tanışıp, kah tekne ile açılıp ağ atıp kah olta ile balık tutup, akşamları sahilde balık keyfi yapıp, bazen de arkadaşları ile kahvede oyun oynayıp vakit geçirdik. Benim için Ünye seyahati Ankara dışında ilk kez uzak bir yere gitmem nedeniyle bir ilk ve unutulmaz bir seyahat olmuştu.


Akademi/Enstitü yılları
Kolejde 3 sene A sınıfını paylaştığımız arkadaşımız ile kolej bitimindeki ilk stajımızda da Diyarbakır da birlikteliğimiz devam eder. Mardinkapı karakolunda polis mesleği ile ilgili (tutanak tutma, kroki çizme, üst arama, ifade ve dr.raporu alma, nokta ve devriye görevi gibi) farklı tecrübeler ediniriz. Staj boyunca Ofis semtindeki Kredi Yurtlar Kurumunun yurdunda kalıp, gündüzleri serinlemek için havuzları, geceleri çay bahçelerini mekan tutarken, Diyarbakır surlarını, Gazi köşkünü, pasajlarını, caddelerini arşınlayıp, düğün davetlerine çok azda olsa icap edip geleneksel yemek ve boğma rakılarından tadarız. Enstitü/Akademi’de sınıflarımız ayrılsa da arkadaşlıklar devam eder. Boykot ve sonraki stajlarımızda farklı yerlerde oluruz.
Karadeniz’e aşık olduğunu, balıkçı olduğunu, hatta yüzerken bile balık yakaladığını söylese de, 1982 Mezuniyet Albümüne/Yıllığa geçen sözleriyle “Barış sözcüğünü pek severim. Sanıyorum insanlar hep elele ve birlikte yaşarlarsa mutlu olacaklardır” istemini, umarım yaşam sürecinde uygulayabilmiştir.
Enstitü/Akademi son sınıf staj dönüşü okul başlamadan Ankara’ya erken gelip, bir grup arkadaş (Mehmet Selvi, Ayhan Acet, Tayfur Ceren, Sezai Kıdıkoğlu) ile Salon Rua’da buluşup, Maltepe de bir lokanta da yemek yanında alkol alıp son sınıfı kutlarken, Sezai bizi sollayıp, bizden biraz fazla bir-iki duble daha içer. Yemek sonrası hepbirlikte Kızılay’a kadar yürürüz. Mehmet’le Ayhan ayrılırken, Sezai ve Tayfur ile Saimekadın’a bize gideriz. Sezai gece geç saatlerde 2-3 gibi alkolün etkisiyle rahatsızlanınca Tayfur’la ikimiz yer yer sırtımıza alarak zar zor Tıp Fakültesi Acil Servisine götürüyoruz. Sezai’ye serum takılırken, bizde yanındaki sedye ve koltukta sızıyoruz. Bir ara uyandığımızda Sezai’nin yanındaki adam eks olmuş, morg hazırlıkları yapılırken biz ürperip Sezai’nin sessizliğine hepten telaşlanırız. Nabız ve kalp atışlarını gözlemlesek de, acildeki görevliler durumu teyit edince ancak rahatlıyoruz. Sezai serum takviyesi ile mışıl-mışıl uyurken biz hop oturup hop kalkıyoruz. Sezai ise kendine geldikten sonra akşamki hiçbir şeyi hatırlamıyor!.

Meslek/Kadro yılları
1982 yılında 4 yıllık Polis Enstitüsü Yüksek Öğrenimi (Polis Akademisi) bitirince Karadeniz/Kuzey çocuğu olarak Akdeniz/Güneyde Hatay ilinde 62839 sicil sayılı Komiser Yardımcısı olarak göreve başlar. Hatay ilinde 4.5 aylık görevinin ardından devremizin ilk dönem askere gidenlerinden (Ahmet TÜRKER, Ahmet EREZ gibi) biri olur. 15 Aralık 1982 tarihinde vatani görevi için Tuzla Piyade Okulunda 4 aylık eğitim sonrası Deniz Piyade Asteğmen olarak İstanbul Boğaz Komutanlığına kura çeker. O doğma-büyüme deniz çocuğudur. Tabiki denizci olacaktır. 31 Mart 1984 tarihinde terhis olur.
Askerlik sonrası 1984 Nisanında Hatay Emniyet Müdürlüğünde göreve başlaması gerekirken, o dönemde icat edilen daha doğrusu 12 Eylül darbesinin ardından meslekteki işgüzarlarca uygulanan güvenlik soruşturması gerekçesiyle gereksiz bir sıkıntı yaşatılır. Belki de ta mesleğinin başında devre arkadaşları arasında 12 Eylül’ün ilk mağdurlarından biri olur. Nereden bakarsanız bakın 2.5 ay kadar maaş almadan boşa geçen bir süreçtir. Herkesin herkese şüpheyle baktığı bir dönemde kime derdini nasıl anlatacaktır. Kimi arkadaşlar o dönemde el üstünde tutulurken, Sezai için yok yere bekletilmek psikolojik bir işkencedir. Sezai, askerlik sonrası 2.5 ay boşta bekletilmesinin ardından Sivas ilinde göreve başlatılır (18.6.1984).
Sezai o sıkıntılı günlerde 2113 Hasan KIZILAY’ın kızkardeşi Hüseyin-Şefika kızı sağlık çalışanı Emine (Şengül) Hanım ile 1985 yılında yaşamını birleştirir/evlilik yapar. Sivas ilinde 2 yıl görev yapmasının ve komiser rütbesine terfi etmesinin ardından 1986 yılı atama döneminde bu kez şark görevi çıkmış, Elâzığ iline atanmıştır. Elazığ kadrosunda komiser rütbesinde görev yaparken 06 Haziran 1987 tarihinde biricik oğlu Mustafa Adnan dünyaya gelmiş, 28 yaşında baba olmuştur. (Emine hanım Ankara’da Onkoloji Hastanesinde görev yaparken, oğulları Adnan ise makine mühendisi olup, Ankara’da özel bir şirkette çalışmakta.)
Elazığ’da 4 yıllık görev sürecinde başkomiser rütbesine terfi ederken, 1990 yazında 2. Bölge şark hizmetini tamamlayıp İstanbul iline atanmıştır. İstanbul ili Şile ilçesinde 1 yıl kadar görev sonrası bu kez 1991 yazında iç Anadolu’ya Konya iline atanır. Konya ilinde 5 yıllık görev sonrası 1996 sonbaharında Bolu iline atanır. Sezai 1999 Bolu depremini yaşar. Depremin 1 yıl sonrasında 2000 yılı sonbaharında Erzurum Polis Okuluna atanır. Yıllar sonrası Sezai ile aynı kadroda olmasa bile aynı ilde Erzurum’da yolumuz çakışırken aynı zamanda lojman komşusu oluruz. Sezai 2 yıllık Erzurum POMEM görevi esnasında 2001 yazında 2. SEM rütbesine terfi ederken 2002 yazında ise daha önce 4 yıl görev yaptığı Bolu iline emniyet müdür yardımcısı olarak atanır. Bolu ilinde 3 yıl daha görev yapmasının ardından 2005 yazında 1. sınıf emniyet müdürlüğüne terfi sonrası APK ve Strateji Dairelerinde merkez emniyet müdürü olarak istihdam edilmiştir. Sezai bu süreçte ikametini 7 yıl öğrencilik yaptığı Ankara’ya taşıyarak artık Ankara’lı olacaktır.
2006 yazında (4.7.2006) Teftiş Kurulu Başkanlığına “Polis Başmüfettişi” olarak atanır. Teftiş kuruluna atanmasının 3 ay sonrasında da (Ekim 2006) Merzifon POMEM Müdürlüğüne atanır. 2 yıl 2 ay kadar POMEM Müdürlüğü ardından 2008 yılı sonunda yeniden Teftiş Kuruluna döner. 2009-2013 yılları arası Teftiş Kurulundaki görev trafiği yoğun olmasa da soruşturma ve teftiş görevlerinde bulunur. 17-25 Aralık 2013 tarihi sonrası ise Teftiş kurulunun en çok efor sarfeden müfettişlerinden birisi olur. İstanbul iline gönderilen/görevlendirilen ve aylarca İstanbul’u mekan edinen müfettişler arasında yer alırken, 17 Temmuz 2016 darbe sonrasındaki süreçte de çok sayıda görev ve soruşturmaya imza atmıştır.
2015 ve 2017 Yüksek Değerlendirme Kurulu kararı çerçevesinde görevine devam etmesi uygun görülen arkadaşımız, 23 Temmuz 2019 tarihli gecikmeli YDK kararı ile yaş haddinden emekliliğine 47 gün kala belki de emniyet teşkilatında bir ilke imza atılırken son güne kadar izin kullanmayıp elindeki kalabalık ve karmaşık soruşturma dosyasını tamamlamak için (asli görev olarak adlandırılan günümüz il müdürlerinin, daire başkanlarının çoğunun 08.00-17.00 devlet memuru mantalitesiyle mesai yaptığı süreçte) haftasonu demeden mesai mevfumu gözetmeksizin efor sarfeden bu arkadaşımız ‘hiçbir başarı karşılıksız kalmaz’ denilerek resen emeklilik çerçevesinde emekli edilerek çok sevdiği ve 41 yıllık birfiil görev yaptığı mesleğine geçmişte pek örneğine rastlamadığımız bir şekilde kendisine gösterilen vefasızlık sonrası veda etmek zorunda kalmıştır.
Sezai kolej sıra arkadaşı Ahmet EREZ’in Abdurahman ÇELEBİ’si olacaktır. Ta ilk yıldızında iken askerlik sonrası mağdur edilirken, sonrasında da kadro kadro tam tamına 8-9 vilayet gezecek -yurtdışı görevlerden muaf- adeta Anadolu gezgini olacaktır.
O, koleje başladığı ilk günkü gibi içindeki çocuğu hep canlı tutmuş, mesleğe başladığı ilk günden itibaren haksızlıklara tahammül edemeyip sorgulamış, yanlışlıklara/ haksızlıklara karşı durmuş, bulunduğu birimlerden/görevlerden/yerlerden gönderilmek pahasına sözünü hiç esirgememiştir.
Nice eli kalem tutmayan, bir dilekçe yazmaktan aciz, devletin sırtından geçinen, birilerinin korumasında/koltuğu altında sırtı sıvazlanan il, daire yada yurtdışı gibi görevlerle kaymaklandırılanlara nazaran (Bu görevleri layığıyla/hakkaniyetle yerine getirenleri tenzih ediyorum) o hiçbir zaman adaletten, doğruluktan, haktan yana hiçmi hiç taviz vermez.  
O, Karadeniz’in sert dalgaları gibi dirençlidir. Yaşam sürecinde eğilmeyi/eğrilmeyi beceremediği gibi her daim dik bir duruş sergilerken, doğru bildiği yoldan da hiç şaşmaz. O devresinin gözbebeklerinden birisidir. Gönlümüzde her daim bir yerlerde onurlu bir yaşam/görev anlayışı ile meslek yaşamını/maratonunu kendine yakışır bir şekilde tamamlayarak emeklilik yaşamına yelken açar. 60’lık bir delikanlı olan arkadaşımıza  bundan sonraki yaşamında ailesi ile birlikte nice sağlıklı/huzurlu günler diliyorum.
Sezai, 40 yıl önce bizim için özeldi. 40 yıl sonra ise sadece biz kolej arkadaşlarının değil, birlikte görev yaptığı meslektaşlarının da gönlünde yer tutarak, emniyet teşkilatının yazılı/yazısız tarihinde kendine yer bulacaktır… 10 Eylül 2019
Remzi KOÇÖZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.