24.8.19

BOYKOTTAN KADROYA (1978-79)


            Boykot Sonrası Kadro Günleri (1978-79)

        Polis Enstitüsü 1978-79 öğretim yılının başladığı ilk hafta, yeni yönetmeliğe karşı Enstitü 3.sınıfların -özellikle evci çıkması yasaklanan evli ve kadrolu öğrencilerin- yatılı öğrenime tepkisi ile başlayan boykot geceyarısı sona erdirilip, okul tatil ediliyor ertesi gün birer Kırıkkale tabanca zimmetlenerek geçici görevle -18 yaşlarında bir genç olarak daha öğrenciliğin ne olduğunu anlamadan, daha asaletimiz tasdik olmadan, 1.haftamızda okuldan uzaklaştırılıp- polis memuru olarak kadrolara gönderiliyoruz. Ben, İbrahim DEMİRCİ ve Mehmet BAŞAR (79’lu) ile birlikte 3 kişi Sakarya ilini tercih ediyoruz.
           Sakarya İl Emniyet Müdürü Gültekin DEMİR bizleri dinleyerek dikkatli olmamız hususunda bizi uyarıyor. Ardından 2. Şubede (Asayiş) Araştırma kısmında (hırsızlık ve gasp ağırlıklı) çalışıyoruz. Bir hafta gece bir hafta gündüz ekibinde 12/12 çalışıyorduk. O dönem Emniyet Müdürü makamı ve idari birimler Valilik binasında, 1 ve 2. Şubeler (Siyasi-Asayiş) ise Garın karşısında bulunan karakol üzerinde idi. O karakolun amiri ise 83’lü Metin TANIŞ’ın babası idi. (Staj dönemimizde görev yaptığımız her iki bina 1999 depreminde yıkılarak tarih olmuştur.)
            Şube/kısım amirlerimiz -Hulusi Kentmen görünümlü- Başkomser Behlül ile -şu anki Göçmen Kaçakçılığı Dairesi Başkanı 91’li Özer KORKMAZ’ın babası- Komiser Hidayet KORKMAZ babacan adamlar idi. O dönem görev yapmış olduğumuz personelden Ayhan, Bekir, İsmet, Bayram, Fehamettin, Ali hatırda kalan isimler… Sakarya ili ve çevresinde uçan kuştan haberleri olduğu gibi ilin asayişi bu isimlerini saydığım 8-10 amire/memura emanetti. Hem saygındılar hem de suçluların korkulu rüyaları idiler. (Ali AKYILDIZ ile komiser yardımcısı olarak Çanakkale ilinde yollarımız çakışıyor, birlikte aynı kadroda görev yapıyoruz.)
              Mehmet BAŞAR abimiz il merkezine yakın köylerden. İbrahim’in ailesinin bulunduğu yer il merkezine 10 km uzaklıkta Karasu yolu üzerinde Göktepe köyü. Benim ailemin bulunduğu yer Karasu ilçesi ise Sakarya nehrinin Karadeniz’e döküldüğü sahilde, merkeze 50 km uzaklıkta. Her ikisi yakın mesafe olmaları nedeniyle ailelerinin yanında kalırken, bense 50 km’lik yolu her zaman göze alamıyor, bazen şubede yatıyor, bazen de Karasu’ya gidiyordum. (Zaman zaman il merkezinde oturan akrabalarda/dayımın kızında kaldığım olmuştur. Bu süreçte birkaç kez kendi abilerimle de İstanbul’a gezmeye gittiğimi ve Baltalimanı’nda kaldığımızı hatırlıyorum.)
         İbrahim okul takımında boksör olarak spor yapmanın sonucu yumruğu ve bileği güçlü bir arkadaşımızdır. Ancak fizik olarak güçlü olmasına rağmen -bana göre daha sakin ve soğukkanlı-kolay kolay fiziki mukavemete başvuran bir kişilik sergilemediği gibi agresif bir davranışını da görmemiştim. Ancak, bu süreçte kendisine yapılan şakalara/lakaplara/hitaplara karşılık kroşe ile karşılık verdiğine dair istisnalara tanık oldum.
         İbrahim ile birlikte ilk şoförlük merakımızı şubeye ait sivil renoyu kullanarak gidermeye çalışıyorduk. Daha doğrusu İbrahim’in babasının kamyonu olması nedeniyle şoförlüğü iyi idi. Gece ekip olduğumuzda geç saatlere doğru İbrahim’in kullandığı ekip otosu ile köye gidiyor, bir nevi hava atıyor, dönüşte ise yer yer benim kullanmamı sağlıyordu. O nedenle diyebilirim ki ilk şoförlük ustam İbrahim’dir. (Gerçi daha öncesinde halamların/dayımların traktörünü kullanmıştım.) 
İbrahim’in babasının o günlerdeki rahatsızlığı nedeniyle bir akşam -İbrahim kaptan ben muavin olarak- kamyonları ile İstanbul’a Rumeli yakasında bir yere yük götürüp boşaltırız. Dönüşte Anadolu yakası istikametinde Boğaz köprüsünü sabahın ilk ışıklarında geçer geçmez bir trafik ekibi bizi durdurur. İbrahim’in ehliyeti vardır, ancak ağır vasıta için yetersiz olması nedeniyle kendimizi/kimliğimizi tanıtmak durumunda kalıyoruz. Trafikçiler ilk etapta bizim durumumuzu (Polis olarak) biraz garipseseler de dikkatli seyretmemizi öğütleyerek yola devam etmemize izin verirler.
            Kadro yaşamı olarak, Sapanca ilçesinde İbrahim’le alıcı kılığına girip pazarlık sonrası kaçak mermi ve malbora sigarası ele geçirişimiz ilk yaşadığımız polisiye heyecanlardan. İl merkezindeki gizli kumar yerleri, randevu evleri, kaçak-göçek, gayri meşru mekanlar da operasyonlar yapıyoruz. Ayrıca pazar yeri ve pasajlardan hırsızlık olaylarında başarılı oluyoruz. (Şube/kısım amirlerimiz icraatlerimiz nedeniyle telsiz anonslarında bizi gözlerimizden öperler!) Hem genç hem de farklı imaj oluşturmamız nedeniyle kimse bizim polis olduğumuza inanmıyordu. Bu nedenle de kısa süreli de olsa yukarıda saydığım olaylar çerçevesinde hem ilin asayişine katkı sağlamış, başarı grafiğini yükseltmiş hem de mesleğimizin hakkını vermiştik.
            Bir gece nöbetimiz esnasında Sakarya'nın en önemli camisi ve sembollerinden biri olan tipik Osmanlı eseri Tozlu Camiî yangınında görev alırız. İtfaiyenin müdahalelerine rağmen yangın uzun süre söndürülemez. Yangının söndürülememe sebebi olarak da camii altındaki dükkan/depolardaki yağların yanmasından kaynaklı olduğu söylenir. O yıllarda yağ-şeker gibi ürünlerde karaborsacılık ve stokçuluk yaygındır. Deposu ve imkanı olan toptancı esnaf denetimin zor yapıldığı yıllarda bu yolla köşeyi dönme hevesindedir. O gece günümüzde de “Müslüman” görünümü olarak sunulan ve moda olan sakallı/şalvarlı/takkeli birinin “Allah’a uzanan eller yanıyor” şeklindeki sözlerini feryat şeklinde duyuyorum. İlk etapta dindar bir insan olarak ibadet yerinin yanmasına üzüldüğünü, hayıflandığını zannediyorum. Sonradan adamın camii altında bulunan depolardan birinin sahiplerinden olduğunu öğrenince, adamın stokladığı yağlarının yanması nedeniyle can havliyle mallarının derdinde olduğunu anlayınca, bende uluorta; “Ne Allah’ı be! Sen mallarının derdindesin, Allah adamı böyle inim inim sızlatır” diyerek tepkimi gösteriyorum. (1999 Depreminde Uzun Çarşının kuzeyindeki bu caminin yıkıldığını, yıkılmasının başlıca sebebinin depremden önce -yani görev nedeniyle tanık olduğum 1979’da- büyük yangın geçirdiğini, depoda yağlar falan olduğunu, O kısımların aşırı yandığından betonu zayıflattığını ve depremde güney köşeye doğru yattığını yıllar sonra öğreniyorum. Sonrada kendime soruyorum bir türlü cevabını bulamıyorum: Bir ibadet yeri ve kutsiyeti olan camiler -altı/üstü/yanı farketmez- niçin ticarethane olarak kullanılıyor. Buna hala niçin müsamaha gösteriliyor. Nedir bu para/rant hırsı?) 
          O dönem tüm ülkede olduğu gibi Üniversite öğrencilerinin sağ-sol kavgaları Sakarya’da da yaşanıyordu. Bir süre şehir dışında bulunan Akademi/fakülte kampusunda görev aldık. Olaylara müdahale eden resmi toplum polisinden (sivil ve sakallı olduğumuz için bizi tanımayıp öğrenci zannediyorlar) jop yememiz cabası oluyor! Bir keresinde de şubenin merdivenlerinden çıkarken ortaokuldan aynı sokaktan yakın arkadaşımı siyasi şube ekibince elleri kelepçeli olarak götürülürken tanık olmuş, ancak neden/niçin alındığını soramamış sadece bakakalmış, bir şey yapamamıştım! Şehir merkezinde tek tük öğrenci protestoları dışında anarşi/terör nitelikli olay yaşamasak da İstanbul’da Milliyet gazetesi başyazarı Abdi İpekçi’nin öldürülmesi (1 Şubat 1979) birlikte görev yaptığımız eski memurlar tarafından kaygı ile karşılanır.
Kültürel faaliyetler açısından da boş durmuyor, İbrahim’le Halk Eğitim Merkezinde akşamları yabancı dil kursuna devam ediyoruz. Özellikle akşamları okul/iş çıkışı sonrası gençler kızlı/erkekli bulvarda gezinip çay bahçelerinde oturup zaman geçirirken, bizde gençlik gereği bu ortamları yaşamaya çalışıyorduk.
             Sakarya asayiş yönünden sakin bir şehir olsa da kısa süreli kadro yaşamımızda zaman zaman değişik olaylarla karşılaşıyoruz. Bir keresinde gece ekip görevimiz esnasında; Askere giden gençlerin mahalle sakinlerini rahatsız ettiklerine dair gece 23.00 gibi geç saatlerde gelen bir ihbar üzerine ilin kuzey bölgesindeki olay yerine geçiyoruz. Ekibimiz sivil olsa da o dönemde sayılı sivil oto bulunması nedeniyle lacivert Renomuz Adapazarı’nda tanındığından bizi gören araç uzaklaşır. Mahalle sakinlerinin konuyu teyit etmeleri üzerine kaçan otomobilin arkasına takılırız. Araca yaklaşıp selektörle ikaz etmemize rağmen durmayıp kaçmaya devam etmesi üzerine il merkezi cadde ve sokaklarında kovalamaca yaşıyoruz. Araç bu kez şehir merkezinden güney istikametine doğru kaçıyor. Yaklaşık 10 km takip sonrası E-5’i geçip Dörtyol Sanayi Sitesi içerisinde lastiklerine ateş etmek suretiyle zar zor durdurabiliyoruz. Bir saat kovalamaca esnasında birden fazla kaza tehlikesi atlatsak da ‘yakalayamadık/kaçırdık ya da biz polisi atlattık’ şeklinde olumsuz bir pozisyona düşmemek için söz konusu aracı tıpkı Amerikan filmlerinde olduğu gibi kovalıyoruz. Bu arada anonslarla kaçış istikameti vermemize rağmen bizim dışımızda bu aracı takip eden de çıkmaz. Aracı durdurduğumuzda içinden çıkan gençleri yere yatırıp etkisiz hale getirdikten sonra -epey hırpalamak suretiyle- zor kullandık diyebilirim. Sonrasında ise herhangibir tutanak tutmadan yanımıza intikal eden resmi ekibe teslim edip bahse konu yerden bir şey olmamışçasına ayrılıyoruz. Yani bir nevi durumdan vazife çıkarıp yerinde infaz görevi ifa ediyoruz.
          Şimdi düşünüyorum da kaçan araç birini ezip, bir araca/bir yere çarpıp takla kaza yapabilirdi, biz kaza yapabilirdik, dahası ekipten arkadan ateş ettiğimizde içersindekilerden birileri vurulabilirdi ya da takla atıp ölüme sebebiyet verilebilirdi. Allah’tan bir olumsuzluk yaşamadık, ancak sonraki yıllarda Amir/Müdür/Müfettiş olarak bu vb. olaylar sonucu yaşanan olumsuzlukların günümüzde de çokça yaşandığına tanık oluyoruz.
      Sonuçta; 1979 yılının ilk aylarında boykotu soruşturmak için görevlendirilen müfettişler tarafından Sakarya ilinde ifadelerimiz alınır. İkinci sömestr okulun yeniden öğrenime açılması kararı ile Ankara’ya döneriz. Boykota ilişkin, olayın elebaşısı olarak belirlenen son sınıf öğrenciler tart gibi ağır cezalar alıp geçici olarak kadroya gönderilirken, özellikle benim gibi 1. Sınıf öğrencilerine de yılsonuna kadar hafta izinsizliği cezası verirler.
Boykot sonrası Enstitü 1. Sınıf öğrencisi olarak öğrenime devam ederken 1979 yılı Nisan/Mayıs aylarında banka soygunları ve üniversite öğrenci olayları nedeniyle kurulan Banka Ekipleri ve Gazi Üniversitesinde bir hafta süreyle geçici görevlendirilerek, -okuldan Kırıkkale tabanca zimmetlenerek- kadroya takviye oluyoruz. Bizde Kızılay bölgesinde –ekip şoförümüz bekçi, ekip amir vekili Adanalı PM Ali ile- ring yapan aynı banka ekibinde Ahmet EREZ ile birlikte ekip memurluğu yaparız.
         Tüm seneyi bir döneme sığdırıp yoğun bir tempo içerisinde -o dönemin tabiriyle- hızlandırılmış öğrenim görürken, tabi ki bu sürecin kazaları olacaktır. Bendeniz, Hukuk Başlangıcı (Prof. Erdoğan GÖĞER) dersinden ikmalde 2.sınıfa geçerken, bu dersi ikmal/bütünlemede veremeyen birçok arkadaşımız devre kaybederler.  (Haziran / 2019)

Remzi KOÇÖZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.