Boykot Sonrası Kadro Günleri (1978-79)
Polis Enstitüsü 1978-79 öğretim yılının başladığı
ilk hafta, yeni yönetmeliğe karşı Enstitü 3.sınıfların -özellikle evci çıkması yasaklanan evli ve kadrolu öğrencilerin- yatılı
öğrenime tepkisi ile başlayan boykot geceyarısı sona erdirilip, okul tatil
ediliyor ertesi gün birer Kırıkkale tabanca zimmetlenerek geçici görevle -18
yaşlarında bir genç olarak daha öğrenciliğin ne olduğunu anlamadan, daha
asaletimiz tasdik olmadan, 1.haftamızda okuldan uzaklaştırılıp- polis
memuru olarak kadrolara gönderiliyoruz. Ben, İbrahim DEMİRCİ ve Mehmet BAŞAR
(79’lu) ile birlikte 3 kişi Sakarya ilini tercih ediyoruz.
Sakarya İl Emniyet Müdürü Gültekin DEMİR bizleri
dinleyerek dikkatli olmamız hususunda bizi uyarıyor. Ardından 2. Şubede
(Asayiş) Araştırma kısmında (hırsızlık ve gasp ağırlıklı) çalışıyoruz. Bir
hafta gece bir hafta gündüz ekibinde 12/12 çalışıyorduk. O dönem Emniyet Müdürü
makamı ve idari birimler Valilik binasında, 1 ve 2. Şubeler (Siyasi-Asayiş) ise
Garın karşısında bulunan karakol üzerinde idi. O karakolun amiri ise 83’lü Metin
TANIŞ’ın babası idi. (Staj dönemimizde
görev yaptığımız her iki bina 1999 depreminde yıkılarak tarih olmuştur.)
Şube/kısım amirlerimiz -Hulusi Kentmen görünümlü-
Başkomser Behlül ile -şu anki Göçmen Kaçakçılığı Dairesi Başkanı 91’li Özer
KORKMAZ’ın babası- Komiser Hidayet KORKMAZ babacan adamlar idi. O dönem görev
yapmış olduğumuz personelden Ayhan, Bekir, İsmet, Bayram, Fehamettin, Ali
hatırda kalan isimler… Sakarya ili ve çevresinde uçan kuştan haberleri olduğu
gibi ilin asayişi bu isimlerini saydığım 8-10 amire/memura emanetti. Hem
saygındılar hem de suçluların korkulu rüyaları idiler. (Ali AKYILDIZ ile komiser yardımcısı olarak Çanakkale ilinde yollarımız
çakışıyor, birlikte aynı kadroda görev yapıyoruz.)
Mehmet BAŞAR abimiz il merkezine yakın köylerden.
İbrahim’in ailesinin bulunduğu yer il merkezine 10 km uzaklıkta Karasu yolu
üzerinde Göktepe köyü. Benim ailemin bulunduğu yer Karasu ilçesi ise Sakarya
nehrinin Karadeniz’e döküldüğü sahilde, merkeze 50 km uzaklıkta. Her ikisi
yakın mesafe olmaları nedeniyle ailelerinin yanında kalırken, bense 50 km’lik
yolu her zaman göze alamıyor, bazen şubede yatıyor, bazen de Karasu’ya
gidiyordum. (Zaman zaman il merkezinde
oturan akrabalarda/dayımın kızında kaldığım olmuştur. Bu süreçte birkaç kez kendi
abilerimle de İstanbul’a gezmeye gittiğimi ve Baltalimanı’nda kaldığımızı
hatırlıyorum.)
İbrahim okul takımında boksör olarak spor yapmanın
sonucu yumruğu ve bileği güçlü bir arkadaşımızdır. Ancak fizik olarak güçlü
olmasına rağmen -bana göre daha sakin ve soğukkanlı-kolay kolay fiziki
mukavemete başvuran bir kişilik sergilemediği gibi agresif bir davranışını da
görmemiştim. Ancak, bu süreçte
kendisine yapılan şakalara/lakaplara/hitaplara karşılık kroşe ile karşılık
verdiğine dair istisnalara tanık oldum.
İbrahim ile birlikte ilk şoförlük merakımızı şubeye
ait sivil renoyu kullanarak gidermeye çalışıyorduk. Daha doğrusu İbrahim’in
babasının kamyonu olması nedeniyle şoförlüğü iyi idi. Gece ekip olduğumuzda geç
saatlere doğru İbrahim’in kullandığı ekip otosu ile köye gidiyor, bir nevi hava
atıyor, dönüşte ise yer yer benim kullanmamı sağlıyordu. O nedenle diyebilirim
ki ilk şoförlük ustam İbrahim’dir. (Gerçi
daha öncesinde halamların/dayımların traktörünü kullanmıştım.)
İbrahim’in babasının o günlerdeki rahatsızlığı
nedeniyle bir akşam -İbrahim kaptan ben muavin olarak- kamyonları ile
İstanbul’a Rumeli yakasında bir yere yük götürüp boşaltırız. Dönüşte Anadolu
yakası istikametinde Boğaz köprüsünü sabahın ilk ışıklarında geçer geçmez bir
trafik ekibi bizi durdurur. İbrahim’in ehliyeti vardır, ancak ağır vasıta için
yetersiz olması nedeniyle kendimizi/kimliğimizi tanıtmak durumunda kalıyoruz.
Trafikçiler ilk etapta bizim durumumuzu (Polis olarak) biraz garipseseler de dikkatli
seyretmemizi öğütleyerek yola devam etmemize izin verirler.
Kadro yaşamı olarak, Sapanca ilçesinde İbrahim’le alıcı
kılığına girip pazarlık sonrası kaçak mermi ve malbora sigarası ele geçirişimiz
ilk yaşadığımız polisiye heyecanlardan. İl merkezindeki gizli kumar yerleri,
randevu evleri, kaçak-göçek, gayri meşru mekanlar da operasyonlar yapıyoruz.
Ayrıca pazar yeri ve pasajlardan hırsızlık olaylarında başarılı oluyoruz. (Şube/kısım amirlerimiz icraatlerimiz
nedeniyle telsiz anonslarında bizi gözlerimizden öperler!) Hem genç hem de
farklı imaj oluşturmamız nedeniyle kimse bizim polis olduğumuza inanmıyordu. Bu
nedenle de kısa süreli de olsa yukarıda saydığım olaylar çerçevesinde hem ilin
asayişine katkı sağlamış, başarı grafiğini yükseltmiş hem de mesleğimizin
hakkını vermiştik.
Bir gece nöbetimiz esnasında Sakarya'nın en önemli camisi
ve sembollerinden biri olan tipik Osmanlı eseri Tozlu Camiî yangınında görev
alırız. İtfaiyenin müdahalelerine rağmen yangın uzun süre söndürülemez.
Yangının söndürülememe sebebi olarak da camii altındaki dükkan/depolardaki
yağların yanmasından kaynaklı olduğu söylenir. O yıllarda yağ-şeker gibi
ürünlerde karaborsacılık ve stokçuluk yaygındır. Deposu ve imkanı olan toptancı
esnaf denetimin zor yapıldığı yıllarda bu yolla köşeyi dönme hevesindedir. O
gece günümüzde de “Müslüman” görünümü olarak sunulan ve moda olan
sakallı/şalvarlı/takkeli birinin “Allah’a uzanan eller yanıyor” şeklindeki
sözlerini feryat şeklinde duyuyorum. İlk etapta dindar bir insan olarak ibadet
yerinin yanmasına üzüldüğünü, hayıflandığını zannediyorum. Sonradan adamın
camii altında bulunan depolardan birinin sahiplerinden olduğunu öğrenince,
adamın stokladığı yağlarının yanması nedeniyle can havliyle mallarının derdinde
olduğunu anlayınca, bende uluorta; “Ne Allah’ı be! Sen mallarının derdindesin,
Allah adamı böyle inim inim sızlatır” diyerek tepkimi gösteriyorum. (1999 Depreminde Uzun Çarşının kuzeyindeki bu
caminin yıkıldığını, yıkılmasının başlıca sebebinin depremden önce -yani görev
nedeniyle tanık olduğum 1979’da- büyük yangın geçirdiğini, depoda yağlar falan
olduğunu, O kısımların aşırı yandığından betonu zayıflattığını ve depremde
güney köşeye doğru yattığını yıllar sonra öğreniyorum. Sonrada kendime
soruyorum bir türlü cevabını bulamıyorum: Bir ibadet yeri ve kutsiyeti olan
camiler -altı/üstü/yanı farketmez- niçin ticarethane olarak kullanılıyor. Buna
hala niçin müsamaha gösteriliyor. Nedir bu para/rant hırsı?)
O dönem tüm ülkede olduğu gibi Üniversite
öğrencilerinin sağ-sol kavgaları Sakarya’da da yaşanıyordu. Bir süre şehir
dışında bulunan Akademi/fakülte kampusunda görev aldık. Olaylara müdahale eden resmi
toplum polisinden (sivil ve sakallı
olduğumuz için bizi tanımayıp öğrenci zannediyorlar) jop yememiz cabası
oluyor! Bir keresinde de şubenin merdivenlerinden çıkarken ortaokuldan aynı
sokaktan yakın arkadaşımı siyasi şube ekibince elleri kelepçeli olarak
götürülürken tanık olmuş, ancak neden/niçin alındığını soramamış sadece bakakalmış,
bir şey yapamamıştım! Şehir
merkezinde tek tük öğrenci protestoları dışında anarşi/terör nitelikli olay
yaşamasak da İstanbul’da Milliyet gazetesi başyazarı Abdi İpekçi’nin öldürülmesi (1
Şubat 1979) birlikte görev yaptığımız eski memurlar tarafından kaygı ile
karşılanır.
Kültürel faaliyetler açısından da boş durmuyor,
İbrahim’le Halk Eğitim Merkezinde akşamları yabancı dil kursuna devam ediyoruz.
Özellikle akşamları okul/iş çıkışı sonrası gençler kızlı/erkekli bulvarda gezinip çay
bahçelerinde oturup zaman geçirirken, bizde gençlik gereği bu ortamları
yaşamaya çalışıyorduk.
Sakarya asayiş yönünden sakin bir şehir olsa da kısa
süreli kadro yaşamımızda zaman zaman değişik olaylarla karşılaşıyoruz. Bir
keresinde gece ekip görevimiz esnasında; Askere giden gençlerin mahalle
sakinlerini rahatsız ettiklerine dair gece 23.00 gibi geç saatlerde gelen bir
ihbar üzerine ilin kuzey bölgesindeki olay yerine geçiyoruz. Ekibimiz sivil
olsa da o dönemde sayılı sivil oto bulunması nedeniyle lacivert Renomuz
Adapazarı’nda tanındığından bizi gören araç uzaklaşır. Mahalle sakinlerinin
konuyu teyit etmeleri üzerine kaçan otomobilin arkasına takılırız. Araca
yaklaşıp selektörle ikaz etmemize rağmen durmayıp kaçmaya devam etmesi üzerine
il merkezi cadde ve sokaklarında kovalamaca yaşıyoruz. Araç bu kez şehir
merkezinden güney istikametine doğru kaçıyor. Yaklaşık 10 km takip sonrası
E-5’i geçip Dörtyol Sanayi Sitesi içerisinde lastiklerine ateş etmek suretiyle
zar zor durdurabiliyoruz. Bir saat kovalamaca esnasında birden fazla kaza
tehlikesi atlatsak da ‘yakalayamadık/kaçırdık ya da biz polisi atlattık’
şeklinde olumsuz bir pozisyona düşmemek için söz konusu aracı tıpkı Amerikan
filmlerinde olduğu gibi kovalıyoruz. Bu arada anonslarla kaçış istikameti
vermemize rağmen bizim dışımızda bu aracı takip eden de çıkmaz. Aracı
durdurduğumuzda içinden çıkan gençleri yere yatırıp etkisiz hale getirdikten
sonra -epey hırpalamak suretiyle- zor kullandık diyebilirim. Sonrasında ise
herhangibir tutanak tutmadan yanımıza intikal eden resmi ekibe teslim edip bahse
konu yerden bir şey olmamışçasına ayrılıyoruz. Yani bir nevi durumdan vazife
çıkarıp yerinde infaz görevi ifa ediyoruz.
Şimdi düşünüyorum da kaçan araç birini ezip, bir
araca/bir yere çarpıp takla kaza yapabilirdi, biz kaza yapabilirdik, dahası
ekipten arkadan ateş ettiğimizde içersindekilerden birileri vurulabilirdi ya da
takla atıp ölüme sebebiyet verilebilirdi. Allah’tan bir olumsuzluk yaşamadık,
ancak sonraki yıllarda Amir/Müdür/Müfettiş olarak bu vb. olaylar sonucu yaşanan
olumsuzlukların günümüzde de çokça yaşandığına tanık oluyoruz.
Sonuçta; 1979 yılının ilk aylarında boykotu soruşturmak
için görevlendirilen müfettişler tarafından Sakarya ilinde ifadelerimiz alınır.
İkinci sömestr okulun yeniden öğrenime açılması kararı ile Ankara’ya döneriz. Boykota
ilişkin, olayın elebaşısı olarak belirlenen son sınıf öğrenciler tart gibi ağır
cezalar alıp geçici olarak kadroya gönderilirken, özellikle benim gibi 1. Sınıf
öğrencilerine de yılsonuna kadar hafta izinsizliği cezası verirler.
Boykot
sonrası Enstitü 1. Sınıf öğrencisi olarak öğrenime devam ederken 1979 yılı
Nisan/Mayıs aylarında banka
soygunları ve üniversite öğrenci olayları nedeniyle kurulan Banka Ekipleri ve
Gazi Üniversitesinde bir hafta süreyle geçici görevlendirilerek, -okuldan
Kırıkkale tabanca zimmetlenerek- kadroya takviye oluyoruz. Bizde Kızılay
bölgesinde –ekip şoförümüz bekçi, ekip amir vekili Adanalı PM Ali ile- ring
yapan aynı banka ekibinde Ahmet EREZ ile birlikte ekip memurluğu yaparız.
Tüm seneyi bir döneme sığdırıp yoğun bir tempo
içerisinde -o dönemin tabiriyle- hızlandırılmış öğrenim görürken, tabi ki bu
sürecin kazaları olacaktır. Bendeniz, Hukuk Başlangıcı (Prof. Erdoğan GÖĞER)
dersinden ikmalde 2.sınıfa geçerken, bu dersi ikmal/bütünlemede veremeyen birçok
arkadaşımız devre kaybederler. (Haziran / 2019)
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.