30 Yıl Sonra Yeniden ANKARA
-1973’den 2003’e –
Bir Şehir ki ;
Anadolu’da
, Bozkırda...
Kurtuluşa
uzanan yolda,
İşgale
karşı durmuş,
M.
Kemal’e kucak açmış.
Millet
Meclisini kurmuş,
Kurtuluş
meşalesini yakmış,
Yeni
Türk Devletine Başkent olmuş.
Ve
sonunda ;
Cumhuriyeti
kurmuş,
Türkiye’nin
kalbi olmuş...
1973 yılının sıcak bir ağustos günü Karasu’dan
Adapazarı-Bolu üzeri Ankara’ya babam-ablam ve tanıdıklarla yol alırken otobüsün geçmiş olduğu
güzergahları not alıyordum. O yıllar ortaokul ikinci sınıfa geçmiş,
kızımın şu andaki yaşlarındaydım. Belki
de hayatımın ilk uzun yolculuğu oluyor, İlk kez taşradan bir büyük kente
başkent Ankara’ya 30 ağustos Zafer haftası kutlamalarında büyük abimin Harbokulundan
mezuniyet törenine gidiyordum. Bu benim için
çok önem arz edecekti.
Aydınlıkevler PTT sinin karşısındaki ara sokaklardan birinde birlikte gelmiş
olduğumuz tanıdıklarımızın yakınlarına misafir oluyor, ertesi gün hep beraber
taksi-dolmuş-otobüs aktarması ile Ulus-Kızılay-Bakanlıklar üzerinden Kara
Harbokuluna geçip mezuniyet törenine katılıyoruz.
Stadyum gibi tören alanındaki tribünlerde yerlerimizi alıp 1973
mezuniyet törenini izliyorduk. Marşlar, konuşmalar, sancak teslimi, dönem
birincisinin kütüğe yıldız çakması, dereceye girenlerin ödül ve diplomalarının
takdimi...Resmi geçit ardından tüm aileler sevinçle yakınları ile
buluşup-kucaklaşıp, sevinç yumağı oluşturuyor,
mutluluk tablosu çiziyorlardı. Abimlerle bir köşeye çekilip hasret
giderirken, üzerlerindeki tören kıyafetlerine-aksesuarlarına imreniyorduk.
Onlar bir gün sonra yapılacak 30 ağustos töreni için okulda kalırken bizde geldiğimiz güzergahtan Kızılay ve Ulus
semtlerini gezerek Aydınlıkevlerdeki kaldığımız eve geçiyorduk. Aslında genç teğmenler için bundan sonra zor
günler başlayacak, hayatın kendisi onları Anadolu’nun ücralarının
doğusundan-batısına, kuzeyinden-güneyine mekik dokutacaktı. Özellikle abimlerin
seçilmiş oldukları Jandarma sınıfı iki yılda bir tayin görecek, şark denilen
olguyu birçok kez yaşayacaklardı.
(Tarihten iki yıl sonra 1975 yılında Polis Koleji için Ankara’nın
yolunu tutacak, Kolej_Akademi serüveni 1982 yılına kadar devam edecekti...)
Bir gün sonra Hipodromdaki 30 Ağustos töreni için
erkenden yerlerimizi alıyorduk. Bizler tribünlerin çaprazındaki yeşil alanda
ağaçların gölgesinde törenlerin yapılmasını beklerken, güneşte ortalığı
kavuruyordu. Gölgede bile bunalıyor, yakıcı güneşten korunmak için babamın
gazete kağıdından yapmış olduğu şapkanın gölgesine sığınıyordum. Bu kez karşımıza hararet olayı
çıkıyordu. İbrik ve testilerde su satan yaşıtımız çocuklardan içine buz
kalıpları kırılarak koyulan sulardan alarak
kana kana içiyor, simit-çekirdek vb. şeyler alarak vakit geçiriyorduk.
Bulunduğumuz yer giderek kalabalık olunca kaybolmamak için babamların çevresinden
uzaklaşmamaya dikkat ediyorduk.Tören öncesi askeri birlik ve araçlar yerlerini
alırken, alçaktan geçen jetlerin gürültüsü bizleri ürpertiyor, bazı uçaklardan
30 ağustos ile ilgili atılan kağıtlar
ilgimizi çekiyor, kapmak için uğraş veriyor, Resmi geçit töreni
başlayınca da oyun oynamayı bırakıp dikkatimizi törene veriyorduk. Herkes kendi
yakınını çıkartmaya çalışıp, el sallıyor, alkışlıyor, milli bir gurur duyuyor,
heyecan yaşıyordu.diğer yandan hipodromun tam üzerinden geçen uçaklardan paraşütle
atlayanlar rengarenk tablolar oluşturunca, paraşütlerin inişleri daha çok
ilgimizi çekiyordu. Hipodromda
imrendiğimiz resmi geçit birliklerinin yerine kendimizi canlandırırken, İki yıl
sonra bu hipodromun bizler için aynı duyguları yaşatacağını bilemiyorduk.
(1975 yılından 1982 yılına değin
istisnasız yürüyüş kolunda yer
alacak, özellikle 29 Ekimlerde hipodromu tören öncesi provalarda da
arşınlayacaktık...)
Ankara’ya ilk gelişimde belleğimde
kalan izler... Alışkın olmadığımız büyük şehir trafiği bizi yormuştu.
Kızılay’daki yüksek binanın görkemi, Güven Anıtı, Ulus Meydanındaki Anıt,
Gençlik Parkı, Hipodrom, Otobüs Terminali hatırımda kalan yerler... İşte 30
ağustos zafer bayramının 81.yıldönümünden 51. yıldönümündeki
günlere, Çocukluk dönemimize dönüp bakıveriyor, Parçaları bütünleştirmeye
çalışıyorum.
1973 yılında orta iki öğrencisi olarak ilk kez
geldiğim-gördüğüm başkente iki yıl sonra 1975 yılında Kolej öğrencisi
olarak geldiğimde Ankara’yı daha yakından tanıma fırsatı yakalıyor, her hafta
farklı bir yeri gezip tanımaya çalışıyordum. Ankara Kalesi, Roma
Kalıntıları, Etnografya müzesi, Anıtkabir ve Hacı Bayram Camii
ilk gezip-gördüğümüz yerler olmuştu. Ardından Gençlik, Kurtuluş, Kuğulu,
Seğmenler, Botanik Parkları, Atatürk Orman Çiftliği uğrak alanlarımız oldu.
Keşfimiz şehir merkezi dışına taşıyor Gölbaşı, Kızılcahamam, Polatlı-Gordion
tarafına piknik ve gezi amaçlı gidiyorduk. Opera , Bale ve Tiyatro ile
tanışmış, sinemalarda oynayan güzel filmleri kaçırmıyor, Sanatsal-Kültürel
etkinlikleri takip edip resim-kitap vb. sergileri geziyorduk. Ve o günlerde
güncel roman-kitapları takip edip, kütüphanelere sıkça uğruyor, bolca kitap
okuyorduk.
(Bilgi çağı olarak adlandırılan günümüzde çocuklarımız, gençlerimiz
araştırmak-incelemek-okumak yerine; bilgisayarda Chatlaşma ve Televizyondaki magazin vb. programlarla
zamanlarını dolduruyorlar. Bu konu ülkemizin bugünü ve geleceği açısından
toplum olarak sorgulamamız gereken öncelikler arasındadır. Niçin okumuyoruz ,dahası
okumayı niçin sevmiyoruz?)
Ankara’da 1982 yılına değin (7) yıl süreyle
kalacaktım. Bu benim için doğduğum yer olan Karasu dışında bugüne değin
yaşadığım, kaldığım en uzun süre-en uzun şehir olacaktı. 1982 yılında başlayan
Ankara dışına yolculuk (6) ayrı il ve ilçede devam edecek, Yıllar
yılları kovalayacak, (21) yıl sonra yeniden beni Başkent Ankara ile
buluşturacaktı. Dile kolay değil gençliğimizin yoğrulup-şekillendiği başkent
bize yeniden - tam tamına ömür
yarısı kadar geçen süre - sonrası kucak açarak, bağrına basacaktı.
Gerçi biz Ankara’dan hiç kopmamış, gelip-geçerken hemen hemen her yıl
uğramadan, duramazdık. (21) yıl öncesinde tek bavul-tek çanta ile tek başıma
ayrılmış olduğum başkente bu kez eşim ve kızımla birlikte (3) kişi
olarak, bir yuva olarak dönüş yapıyorduk.
Bir Sevdadır
Ankara... Caddelerini , sokaklarını, parklarını, toprağını , suyunu,
havasını ve belki de geçmişteki o günleri, dostlukları, arkadaşlıkları daha çok
özlemiştik. Çok şey değişmiş metropol bir şehir olmuş. Uydu kentler, alt-üst
geçitler, köprüler, viyadükler, kavşaklar, metro dört bir yanı kaplamış,
örümcek ağı gibi örmüştü. Ankara Türkiye ile hızla büyüyüp-gelişiyordu
Bazı tarihler ve dönemler insan
yaşamında önemli yer tutar. Sizi yıllar öncesine ilklere götürür. Duygu
yoğunluğu yaşarsınız. Yapılan aslında zaman içersindeki yolculuktur. Ancak
üzerinden belirli bir zaman dilimi geçince daha da önem kazanır, belleklere
kazınır. (30) yıl insan yaşamında önemli bir zaman dilimidir. İnsan yaşamını
Çocukluk – gençlik- orta yaş - yaşlılık süreci şeklinde ele aldığımızda farklı
dilimlere ulaşırız. (15) yılı baz alırsanız iki devreyi- dilimi yaşamış yada geçmiş olursunuz. Bu tabi ki
Biyolojik-Fiziksel bakış açısı.. Birde bunun Psiko-sosyal yönü daha farklı
sonuçlar çıkarabilir. Çocukluk dönemi
ardından Gençlik dönemini geride bırakıp, orta yaş dönemini geçiyoruz.
Ankara’nın başkent oluşunun ve Cumhuriyetin 80. yılından 50. yılına doğru geçmişle-bugün arasında
köprü kurmaya çalışıyoruz.
Anadolu’nun değişik bölge ve yerlerinde görev
yapmanın heyecanını, coşkusunu, sıkıntılarını
yaşayarak; yaşamımızın bundan sonraki durağına –geçte olsa- geliyoruz.
Yaşam kaldığı yerden devam ediyor. Geçmiş dünde, gerilerde farklı izler
bırakarak kalıyor. Bugün ve gelecek ise önümüzde yeni umutlarla dikiliyor.
30 Yıl Sonra Yeniden, Merhaba Ankara..!
Remzi
KOÇÖZ
* Çağın Polisi Dergisi(sayı-23/Kasım 2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.