3.10.19

30 Yıl Sonra Yeniden ANKARA


      30 Yıl Sonra Yeniden ANKARA


-1973’den 2003’e –
Bir Şehir ki ;
Anadolu’da , Bozkırda...
Kurtuluşa uzanan yolda,
                                   İşgale karşı durmuş,                                    
                                   M. Kemal’e kucak açmış.
                                               Millet Meclisini kurmuş,
                                               Kurtuluş meşalesini  yakmış,
                                               Yeni Türk Devletine Başkent olmuş.
Ve sonunda ;
Cumhuriyeti kurmuş,
Türkiye’nin kalbi olmuş...

1973 yılının sıcak bir ağustos günü Karasu’dan Adapazarı-Bolu üzeri Ankara’ya babam-ablam ve tanıdıklarla  yol alırken otobüsün geçmiş olduğu güzergahları not alıyordum. O yıllar ortaokul ikinci sınıfa geçmiş, kızımın  şu andaki yaşlarındaydım. Belki de hayatımın ilk uzun yolculuğu oluyor, İlk kez taşradan bir büyük kente başkent Ankara’ya 30 ağustos Zafer haftası kutlamalarında büyük abimin Harbokulundan mezuniyet törenine gidiyordum. Bu benim için  çok önem  arz edecekti. Aydınlıkevler PTT sinin karşısındaki ara sokaklardan birinde birlikte gelmiş olduğumuz tanıdıklarımızın yakınlarına misafir oluyor, ertesi gün hep beraber taksi-dolmuş-otobüs aktarması ile Ulus-Kızılay-Bakanlıklar üzerinden Kara Harbokuluna geçip mezuniyet törenine katılıyoruz.
          Stadyum gibi tören alanındaki tribünlerde yerlerimizi alıp 1973 mezuniyet törenini izliyorduk. Marşlar, konuşmalar, sancak teslimi, dönem birincisinin kütüğe yıldız çakması, dereceye girenlerin ödül ve diplomalarının takdimi...Resmi geçit ardından tüm aileler sevinçle yakınları ile buluşup-kucaklaşıp, sevinç yumağı oluşturuyor,  mutluluk tablosu çiziyorlardı. Abimlerle bir köşeye çekilip hasret giderirken, üzerlerindeki tören kıyafetlerine-aksesuarlarına imreniyorduk. Onlar bir gün sonra yapılacak 30 ağustos töreni için okulda kalırken  bizde geldiğimiz güzergahtan Kızılay ve Ulus semtlerini gezerek Aydınlıkevlerdeki kaldığımız eve geçiyorduk.  Aslında genç teğmenler için bundan sonra zor günler başlayacak, hayatın kendisi onları Anadolu’nun ücralarının doğusundan-batısına, kuzeyinden-güneyine mekik dokutacaktı. Özellikle abimlerin seçilmiş oldukları Jandarma sınıfı iki yılda bir tayin görecek, şark denilen olguyu birçok kez yaşayacaklardı.
(Tarihten iki yıl sonra 1975 yılında Polis Koleji için Ankara’nın yolunu tutacak, Kolej_Akademi serüveni 1982 yılına kadar  devam edecekti...)
Bir gün sonra Hipodromdaki 30 Ağustos töreni için erkenden yerlerimizi alıyorduk. Bizler tribünlerin çaprazındaki yeşil alanda ağaçların gölgesinde törenlerin yapılmasını beklerken, güneşte ortalığı kavuruyordu. Gölgede bile bunalıyor, yakıcı güneşten korunmak için babamın gazete kağıdından yapmış olduğu şapkanın gölgesine  sığınıyordum. Bu kez karşımıza hararet olayı çıkıyordu. İbrik ve testilerde su satan yaşıtımız çocuklardan içine buz kalıpları kırılarak koyulan sulardan alarak  kana kana içiyor, simit-çekirdek vb. şeyler alarak vakit geçiriyorduk. Bulunduğumuz yer giderek kalabalık olunca kaybolmamak için babamların çevresinden uzaklaşmamaya dikkat ediyorduk.Tören öncesi askeri birlik ve araçlar yerlerini alırken, alçaktan geçen jetlerin gürültüsü bizleri ürpertiyor, bazı uçaklardan 30 ağustos ile ilgili atılan kağıtlar  ilgimizi çekiyor, kapmak için uğraş veriyor, Resmi geçit töreni başlayınca da oyun oynamayı bırakıp dikkatimizi törene veriyorduk. Herkes kendi yakınını çıkartmaya çalışıp, el sallıyor, alkışlıyor, milli bir gurur duyuyor, heyecan yaşıyordu.diğer yandan hipodromun tam üzerinden geçen uçaklardan paraşütle atlayanlar rengarenk tablolar oluşturunca, paraşütlerin inişleri daha çok ilgimizi çekiyordu.          Hipodromda imrendiğimiz resmi geçit birliklerinin yerine kendimizi canlandırırken, İki yıl sonra bu hipodromun bizler için aynı duyguları yaşatacağını bilemiyorduk.
      (1975 yılından 1982 yılına değin  istisnasız  yürüyüş kolunda yer alacak, özellikle 29 Ekimlerde hipodromu tören öncesi provalarda da arşınlayacaktık...)
           Ankara’ya ilk gelişimde belleğimde kalan izler... Alışkın olmadığımız büyük şehir trafiği bizi yormuştu. Kızılay’daki yüksek binanın görkemi, Güven Anıtı, Ulus Meydanındaki Anıt, Gençlik Parkı, Hipodrom, Otobüs Terminali hatırımda kalan yerler... İşte 30 ağustos zafer bayramının 81.yıldönümünden 51. yıldönümündeki günlere, Çocukluk dönemimize dönüp bakıveriyor, Parçaları bütünleştirmeye çalışıyorum.
1973 yılında orta iki öğrencisi olarak ilk kez geldiğim-gördüğüm başkente iki yıl sonra 1975 yılında Kolej öğrencisi olarak geldiğimde Ankara’yı daha yakından tanıma fırsatı yakalıyor, her hafta farklı bir yeri gezip tanımaya çalışıyordum. Ankara Kalesi, Roma Kalıntıları, Etnografya müzesi, Anıtkabir ve Hacı Bayram Camii ilk gezip-gördüğümüz yerler olmuştu. Ardından Gençlik, Kurtuluş, Kuğulu, Seğmenler, Botanik Parkları, Atatürk Orman Çiftliği uğrak alanlarımız oldu. Keşfimiz şehir merkezi dışına taşıyor Gölbaşı, Kızılcahamam, Polatlı-Gordion tarafına piknik ve gezi amaçlı gidiyorduk. Opera , Bale ve Tiyatro ile tanışmış, sinemalarda oynayan güzel filmleri kaçırmıyor, Sanatsal-Kültürel etkinlikleri takip edip resim-kitap vb. sergileri geziyorduk. Ve o günlerde güncel roman-kitapları takip edip, kütüphanelere sıkça uğruyor, bolca kitap okuyorduk.
      (Bilgi çağı olarak adlandırılan günümüzde  çocuklarımız, gençlerimiz araştırmak-incelemek-okumak  yerine;  bilgisayarda Chatlaşma  ve Televizyondaki magazin vb. programlarla zamanlarını dolduruyorlar. Bu konu ülkemizin bugünü ve geleceği açısından toplum olarak sorgulamamız gereken öncelikler arasındadır. Niçin okumuyoruz ,dahası okumayı niçin sevmiyoruz?)
Ankara’da 1982 yılına değin (7) yıl süreyle kalacaktım. Bu benim için doğduğum yer olan Karasu dışında bugüne değin yaşadığım, kaldığım en uzun süre-en uzun şehir olacaktı. 1982 yılında başlayan Ankara dışına yolculuk (6) ayrı il ve ilçede devam edecek, Yıllar yılları kovalayacak, (21) yıl sonra yeniden beni Başkent Ankara ile buluşturacaktı. Dile kolay değil gençliğimizin yoğrulup-şekillendiği başkent bize yeniden  - tam tamına ömür yarısı kadar geçen süre - sonrası kucak açarak, bağrına basacaktı. Gerçi biz Ankara’dan hiç kopmamış, gelip-geçerken hemen hemen her yıl uğramadan, duramazdık. (21) yıl öncesinde tek bavul-tek çanta ile tek başıma ayrılmış olduğum başkente bu kez eşim ve kızımla birlikte (3) kişi olarak, bir yuva olarak dönüş yapıyorduk.

        Bir Sevdadır Ankara... Caddelerini , sokaklarını, parklarını, toprağını , suyunu, havasını ve belki de geçmişteki o günleri, dostlukları, arkadaşlıkları daha çok özlemiştik. Çok şey değişmiş metropol bir şehir olmuş. Uydu kentler, alt-üst geçitler, köprüler, viyadükler, kavşaklar, metro dört bir yanı kaplamış, örümcek ağı gibi örmüştü. Ankara Türkiye ile hızla büyüyüp-gelişiyordu

            Bazı tarihler ve dönemler insan yaşamında önemli yer tutar. Sizi yıllar öncesine ilklere götürür. Duygu yoğunluğu yaşarsınız. Yapılan aslında zaman içersindeki yolculuktur. Ancak üzerinden belirli bir zaman dilimi geçince daha da önem kazanır, belleklere kazınır. (30) yıl insan yaşamında önemli bir zaman dilimidir. İnsan yaşamını Çocukluk – gençlik- orta yaş - yaşlılık süreci şeklinde ele aldığımızda farklı dilimlere ulaşırız. (15) yılı baz alırsanız iki devreyi- dilimi  yaşamış yada geçmiş olursunuz. Bu tabi ki Biyolojik-Fiziksel bakış açısı.. Birde bunun Psiko-sosyal yönü daha farklı sonuçlar çıkarabilir.  Çocukluk  dönemi  ardından Gençlik dönemini geride bırakıp, orta yaş dönemini geçiyoruz. Ankara’nın başkent oluşunun ve Cumhuriyetin 80. yılından  50. yılına doğru geçmişle-bugün arasında köprü kurmaya çalışıyoruz.
Anadolu’nun değişik bölge ve yerlerinde görev yapmanın heyecanını, coşkusunu, sıkıntılarını  yaşayarak; yaşamımızın bundan sonraki durağına –geçte olsa- geliyoruz. Yaşam kaldığı yerden devam ediyor. Geçmiş dünde, gerilerde farklı izler bırakarak kalıyor. Bugün ve gelecek ise önümüzde yeni umutlarla dikiliyor.
30 Yıl Sonra Yeniden,  Merhaba Ankara..!           
                                                                                                                                                 
           Remzi KOÇÖZ
                                                                                                        
* Çağın Polisi Dergisi(sayı-23/Kasım 2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.