GEÇMİŞ ZAMAN PERSPEKTİFİ...
Geçmişle hesaplaşmak mı yoksa yüzleşmek
mi, doğrusu hangisi? Hesaplaşma da bir karşı taraf yaratıp yolunuza devam
edersiniz. Yüzleşme de ise kendinizi de sorgulamak zorunda kalırsınız. Günümüzde
zorlanmak yerine, kolay ve de getirisi olanını seçmek cazip olan… Tercih size
kalmış!
Yıllar yılları kovalıyor. Geriye dönüp
bakınca farklı pencereler görüyorsunuz. Bir yandan doludizgin çalışma temposu
nedeni ile kendine zaman ayıramayarak özel olamamak…
Verilen görevler ve de rutin işler nedeni ile
kendi geleceğine yönelik yatırımlara zaman ayıramamak daha doğrusu ayırmamak.
Her şeyi suyun akışına, doğallığına bırakmak…
Yorgunluk, izin, rapor, dinlenmek gibi
kavramları bilememek!
Gençlik denilen dönemleri ağır sorumluluk
alarak -örnek kişi, ideal amir görünmek
gerektiği inancıyla- doyasıya, sorumsuzca yaşayamamak…
Sonuçta bazı olaylarla fazlasıyla
bütünleşerek, görevi ve de sorumluluğu çok ciddiye almak…
Aşırı duyarlılık, önemsemek ve değer
vermek…
Bugünlerden geçmişe baktığımızda pencereden
görünen ya da aynaya yansıyanlar. Belki de görevin hakkını vermek uğruna
kendini fazlasıyla parçalamak, meslekle bütünleşmek idi bizim ki!
Mesleğin özel konumlarından (yurtdışı görev ve gezileri, kurslar vb.)
yararlanamamak da cabası!
Bizimkisi, taşra zihniyeti ile önüne
bakarak kendi işimizi yapmaktı. Ondan ötesi kim ne yapıyor, nasıl yapıyor, ne
tür ayrıcalıklardan yararlanıyor; pek ilgimizi çekmezdi. Kendi rotamızda
yolumuza devam eder, prensip ya da ideal bir çizgi izlemeye çalışırdık. Ne
için? Bizden sonrakilere olumlu görünmek, iyi örnek olabilmek, inisiyatif
kullanabilmek, doğru kararlar verebilmek için…
1982-2003 yılları arası 21 yıllık
kadro/taşra görevi sonrasında 2003-2005 yılları arası 2 yıllık -idari bir görev olarak
nitelendirebileceğimiz- Karargah /Merkez görevi bana/benim gibilere en
azından 180 derecelik bir bakış açısı sağlar. Bakmamızdan
öte görmemizi de sağlarken tüm bunları görev koşturmacasın da görmemiz pek mümkün
olmaz.
Daha yukarıdan -karargahtan-
bakmak bize/size neyi gösterecektir:
Tabiî ki öncelikli olarak kendinizi, sonrasında tepe noktasının erişilmez
olmadığını, sizin üzerinizde görev yapanların -meslek büyüklerinin- sizden çok
farklı olmadığını, onlarında sizin gibi biri olduğunu…
Taşradan büyük olarak
gördüğünüz/gördüklerinizin merkezde yakından tanıyınca hiç de büyük
olmadıklarını; acizlikleri, yetersizlikleri, beceriksizlikleri görecektiniz.
Hatta siz almış olduğunuz mesleki terbiye gereği hala “büyüklerimiz” demeye
devam ederken uyarılacak, gerçeği görmeniz önerilecekti! El tutma yerine ön
kesmenin kural haline geldiğini, ben varsam her şey güzel, her şey mubah; ben
yoksam her şey olumsuz, işler kötü kısır döngüsü gibi…
Burada -mesleki birikim, deneyim ve temsil yeteneği çok önem arz etmemekle
birlikte- her şey kendini
geliştirmeye/yetiştirmeye, hiyerarşik ilişkilere ve de diplomasiye bağlıydı.
Diplomasiyi ve politik olmayı öğrenecektiniz. Bunları yerine getirmeniz sizin
önünüzü açacak, gelecek için ideallerinize ulaşmanız kolaylaşacaktı. Bunun için
gayret göstermek yanında kararlı ve hırslı olmak ve de çabalamak gerekti! Bir yerde çabalayanlar/becerikli olanlar ve de öngörüleri yüksek olanlar su
üzerinde yürüyebilecek, tökezlemeyeceklerdi!
Tüm meslek yaşamınızda tutarlı bir çizgi
sürdürebilmek, vicdan muhasebesi yapabilmek, haksızlıklara boyun eğmemek,
adalet ve hakkaniyete bağlı kalabilmek, kimsenin onuruyla oynamamak çok önemli
şeyler. Bu süreçte kirli/karanlık işlere bulaşmamak ve ahlaklı kalabilmek
insanı daha da yücelten şeyler…
İşte böyle bir perspektif çizme ihtiyacı
duydum geçmişten, bugünlere. Gelecek ise belirsizliklerle çevrili, farklı konjonktürlerin
gelişebileceği ucu kestirilemeyen bir zaman tüneli. Bizde o zaman tünelinin
içersinde yürüyor, geleceğe yol alıyoruz… (2005)
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.