TAŞRADAN MERKEZE YANSIYAN İZDÜŞÜMLER
(Kadrodan Genel Müdürlüğe)
‘Haksızlığa uğramayan ve acı çekmeyen;
haksızlığın ve acının ne olduğunu yaşamayan, başkalarının yaşadığı sıkıntıları,
zorlukları bilemez. Empatik davranış sergilemesi düşünülemez.
Her kademedeki yöneticilerin keyfi
davranışları, çözebilecekleri sorunları dava sürecine yönlendirmeleri, hak,
adalet ve güven duygusunu köreltmektedir.
Dava açmak bir haktır. Dava hakkını
kullandırmamak ya da kazanımları uygulamamak için kurulan tuzaklar en büyük
haksızlıktır. Sübjektif bakış açıları en sonunda hukuk duvarına toslayarak o
olumsuzluğu yaratanların basiretsizliklerini-becerisizliklerini ortaya
koyacaktır.’
1975 yılında bundan tam tamına 30 yıl önce(*) Polis Koleji ile başlayan süreç 7 yıl kolej-akademi
öğrenciliği sonrası 21 yıl aktif kadro yaşamı sonrası -Ankara’da Genel Müdürlükte Karargahta bir göreve- Hukuk Müşavirliğine ‘Hukuk Müşaviri’
olarak atanarak; genelin tabiriyle onca yıl 6 il, 6 ilçe sonrası ‘kadro tozunu’ yuttuktan sonra idari
bir göreve, kurtlar sofrasından, gözden ırak bir birime gelmiştim.
Bizler için yabancı olan bir ‘Genel Müdürlük’
yıllar sonra yeni çalışma alanımızdı. Öncelikle alışmak zor oldu. Farklı bir görev
anlayışı, farklı bir bakış açısı. Hem genel müdürlüğün akışı, hem de dairenin
işleri…
Öncelikle -araba, şoför, telsiz,
halkla ilişkiler gibi- yüklerden kurtulup, artık sade bir vatandaş olmuştuk.
Toplu taşım, sıraya/kuyruğa girmek gibi davranışlar -alışkan olmadığımız- yıllar öncesinde kalan şeylerdi! Bir yerde hem
büyük şehrin akışına hem de birey olarak vatandaşlık kulvarına geçmiştik.
Kişilik
olarak zaten vatandaş olmaya adaydık. Neydi vatandaş olmanın kriterleri:
kimseye bağlı ya da bağımlı olmadan yaşamını idame etmek, kendi işini kendin
görmek.
Görev yaşantımızın
başlangıcından itibaren kişi ve çevrelerle, farklı ilişkiler yaşadık. Bunlar o
günlerle bütünlük arz etse de sonrasında normal yaşama ayak uydurmak hiç de zor
olmaz. İzinlerde, tatillerde kimsenin sizi tanımadığı, denetlemediği,
gözetmediği, dar alana hapsetmediği bir çevrede, sade bir yaşam arzulanır.
(İşte bunların büyük bir bölümünü yeni görev yaşamında Ankara’da yaşıyor;
sade bir insan, vatandaş olmanın özgürlüğünü tadıyordum.)
Nasıl
söylersek söyleyelim, birey olarak nasıl algılar nasıl davranırsak davranalım; yaşadığınız
toplum, çalıştığınız kurum ister istemez sizi ‘belirli bir kalıba’ sokar. O kalıbı kırmaya çalıştığınızda
kendinizle baş başa kalıp garipsenirsiniz. Genele uyduğunuzda bir sorun çıkmaz,
hatta itibar görürsünüz; uymadığınızda ise nelerle karşılaşabileceğinizi tahmin
etmeniz zor!
Bu işlerin böyle olması gerektiğini
bilsen (de) durumunu garipsesen (de)
hep ideal olandan yana davranış sergilemek, duyarlı olmak bir yerde sizi
kendinizle çatıştırır. Bir taraftan başkasının haklarına tecavüz mü
ediyoruz? Sorgulaması! Zamanı iyi kullanamamanız bu kez hizmet etmiş olduğunuz
kurum personeli ve de vatandaşa olumsuz yönde yansır. Bunun sonucu, iki arada
bir derede kalmaktansa işinizi çözümleyip, sorunlarınızı aşıp sonrasında sizden hizmet bekleyenlerin sorunlarını
çözmeye çalışmak, en doğrusu.
Belirli
bir süre sonra hastane, banka vb. yerlerde işleriniz pratik olarak yürür.
İsteseniz de -görev nedeniyle- bunlarla
uğraşmaya zaman ayıramazsınız. Aslolan bunların alışkanlık haline gelerek yaşam
biçimine dönüşmemesi.
(Gerçi günümüzde teknoloji bu işleri otomatik
ödeme talimatı, internetten havale şeklinde kolaylaştırdı.)
Uzun yıllar
makamlarda/mevkilerde bulunduktan sonra merkeze alınanların bazıları şok yaşar,
acze düşer ya da tabir yerindeyse attan düşmüş gibi olur. Bunu öngördükleri
içinde -bulunmuş oldukları zırhın daha
uzun süreli kalması için- her türlü etik dışı ilişkileri denemekte sakınca
görmezler. Görev hastalığı görüntüsünde makam/koltuk hastalığı depreşir.
Hayatın içersine dönmek sade bir vatandaş olmak belirli bir dönemden sonra ona/onlara
çok zor gelir.
Verilirken
lütuf/takdir olan görev alınırken ceza olarak algılanır. Verilme gibi alınmada
da kurallar net olmayınca sübjektiflik/keyfilik ağır basar. Ardından -mağduriyet gerekçesiyle- hemen idari
yargıda hak aranacaktır. Neden? Çünkü her rütbeyi süreye bağlayan mevzuat en
üst rütbeyi ve bu rütbede ifa edilecek görevleri-makamları süreye bağlamamış.
Böyle olunca dava yoluyla git-gellerle teşkilatın kendine olan güveni, saygısı
yara alır. Teşkilat yıpranır, zarar görür ve saygınlığı da zedelenir.
(Bu satırları yazarken adalet, hak duygusu ve onurunu her türlü makamın
üzerinde tutan büyük-küçük tüm meslektaşlarımı tenzih ederim.)
1.sınıf
emniyet müdürlüğü içersinde istihdam edilecek görevlerin-makamların sürelerinin
belirlenmesi hem atanan kişi için hem de kurum için güvence olacak,
kurumsallaşma yolunda dinamizm yaratacaktır.
Meslek yaşamındaki rekabet, çıkarsal dostluklar, mevki-makam saygınlığı,
sürekli aranan kişi olmak, yapay ilişkiler… Tüm bunlar geride kalacak kendinizi
gerçeklerle yüz yüze bulacak, kendinizi daha yakından tanımaya çalışacaksınız.
Ve buradan kimin dost olduğunu daha rahat göreceksiniz. Nihayet, kral
çıplaktır. Hani o söz var ya onu sıkça söyleyeceksiniz: ‘kim olduğun önemli
değil, arkanızda kimin olduğu önemlidir’ başkent Ankara’da!..
Sevgi-saygı-samimiyet,
paylaşma-dayanışma-yardımlaşma olarak adlandırılan toplumsal değerlerin
törpülendiği; bencillik yanında diplomasi ve politik olmanın ön plana geçtiği
bir arena bizi beklemektedir. Yıllarca kadroda alışılan sıcak yüz burada
soğumuş, belki de bize öyle görünmüştü. Yeni görevde ilk yaşadığımız ve sürekli
psikoz haline gelen olgu ise; ‘terfi konusu’ idi. Bizden önceki ağabeylerimizin
terfi mağduriyetleri odak noktası olunca bizlerde ister istemez karamsar bir
havaya bürünüp, buruklaşırdık. Ve yine bu süreç sonrası 1. sınıfa terfi
etmemize bile tam tamına sevinememiştik. Bu süreç bizim devrelerin ve bizden
sonraki kardeşlerimizin benzer terfi mağduriyetleri sonrası hukuk mücadelesi
şeklinde süregelmiştir. Bu dairede yıllar öncesi ayni sıraları paylaştığımız
bizden önce ve sonraki devrelerle bir araya gelerek yaşam deneyimlerimizi
paylaşarak, birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı bulduk.
Birlikte çalıştığımız, bizden öncesinde
ve sonrasında bu teşkilata emeği geçen, teşkilatın sorunlarına çare olmak
amacıyla efor sarf eden/edecek en küçüğünden en büyüğüne, tüm meslektaşlarıma
en içten saygı ve sevgilerimle; başarı ve esenlikler diliyorum. (2005)
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.